Bir şiir kitabının içindeydim...
En derinime dokunan o şiirin sayfasında...
Kurumuş bir çiçeğe benzerdi ömrüm...
O şiirlerin arasında... 
Zamanın kıymetini bilecek kadar yaşadım 
İçimde biriken ukdelerden zincirler yaptım
Doladım boynuma,
Her iç çekişimde kesildi nefesim
Düşlerin tüm acıma
Yeni bir güne uyanmayı isteyecek kadar umutlu bir geceyi karşılayacak kadar sabırlı olmalıydık. Sabahın geceden kalma kokusu; uyanmayı, yeni güne umutla başlamayı sevdirmeliydi. Ne eksik bir düş olmalıydı, ne de fazla bir hüzün geceden kalan. Yalnızlıklar büyütülen gecelerde; pencerede izi kalmış sancılı bir hüznün sokak lambasında alev alışında küle dönmeliydi her şey.
Ömrü ferahlatan mis kokulu sabahları duymak için, gerçek sevgiye ulaşmaktaydı hep umut.
Lavinya Dergisi
Yazarlarımız 
                        KURUMUŞ ÇİÇEK
 
                        Zamana İnanmak
Zaman; evrenin sonsuz döngüsünde yalnızlığa uyandığımız bir sabahta yitiriliyordu.
En büyük yenilgi; gün, yerini sessizliğe bırakıp gece olduğu zaman, uykusuzluğun baş döndüren serzenişinde, yalnızlığın içine yerleştiğini anladığında ki çaresizlikti. 
Çaresiz insanlar; en yalnız ve en yanlış zaman
 
                        UZAK DENİZ
Deniz çok uzaktaydı...
Ve ben denize sıfır hayaller kuruyordum,
Issız bozkırın ortasında...
Bir de uzak dağların arasından gözlerinde batan güneşin hayalini... 
Deniz çok uzaktaydı...
Ve ben derinlerine daldırdığım bakışlarımı özlüyordum,
Düşlerimin uçurumunda...
Bir de aykırı coğrafyalarda
 
                        İŞTE
Sesine mavi kuşlar konsa 
Titreyen dallarında şiir olsa
Yüreğin mısra mısra yüreğime haykırsa 
Bir mısrada sevda,
Bir mısrada ölüm olsa
Nihayetinde;
Ölümdü yaşatan sevdayı...
Gülüşüne renkli kelebekler konsa
Umudunda şiirleri boyasa
Ellerin dize dize yüreğime yazsa
Bir dizede ölüm,
Bir 
 
                        MECBUR
Zamanın görünmez fıskiyeleri
Söndürür bütün kalp yangınlarını
Yıllar yılı susmamış alevleri kurutur
Sözcüklerin yatağında...
Ve küle döndürür anıları
Yavaş yavaş
Döne döne...
Dünyanın hissedilemez zamanı
İçine işliyorken,
Son bakışların yıldırım hızı...
Yağmurlar karışır 
Birkaç damla g
 
                        KİLİM
Hangi günahla kopmuş ki kıyamet?
Var bir güvendiği korkusuz cellatların
Duvarları acıyla boyanmış şimdi evlerin
Nefessiz kalmış yaz çiçekleri balkonların...
Ölü bir sancı doğuruyor şimdi eksiltilen her anne...
Kin bürümüş ellerde yitirilen canların
Kan büyümüş yüzlerinde solan umutlar
Yarın
 
                        YONCA
Yüreğinden bir yonca düşer geceye...
Sessizce...
Düşleri ufuklarda sakin bir hüzün, 
Suskun gülüşlere esir düşmüş yüreği
Ve yaralı yapraklarıyla...
Yüreğinden bir yonca düşer geceye...
Sessizce...
Kopartılmış sevdalı canı
Yosun tutmuş gövdesinden...
Kayıp gitmiş ellerinden...
Yüreğinde
 
                        SUSUŞ
Gecenin kıyısında duruyorum. Kımıldamadan, susuyorum. Sessizlik büyüsüyle örülmüş saçlarım. Yalnızlık okşarken saçlarımı, sakince sessizliğe el sallıyorum. Yüreğimin yorgunluğuna sözcükleri bulaştırmıyorum. Sanki nefes bile almadan, öylece duruyorum.
Biliyorum yalnız değilim bu sessizlikte. Bir ses
 
                        YORGUNUZ
Umudu sevmekten
İnanmayı istemekten
Sevgisiz yüreklerden
Sevilmeyi beklemekten
Yorgunuz...
Kaçıp giden uykulardan
Tutulmayan sözlerden 
Titreyen ellerden
Sessiz gecelerden
Yorgunuz...
Dilsiz papatyaları dinlemekten
Bildik kokuları özlemekten 
İçten gülüşleri düşlemekten
Yersiz dağıl
 
                        BELKİ DE BİR PAZAR
Baharları severiz ondan bitmeyen bir umut göğsümüzde
Bilinmeyen yollara düşeriz ararken mutluluğu, 
Belki bir cumartesi huzurudur yürüdüğümüz yolun sonu 
Gürül gürül akan sularıyla sevda nehirlerinin 
Belki de dizinin dibinde otururuz bir ömür boyu 
Başımızı okşarken yaprak yaprak ağaçların dal
 
                        DÜŞ/MEK
Yalnız uyanılan her sabah kadar eksik
Yalnızlığı büyüten her gece kadar fazla 
Bir düştü yaşamak...
Bir düşe sığınmak gecelerde
Bir saati durdurmak en yakıcı yerinde...
Daha çok, daha çok hüznü sevmek...
Bir de yokluğun terli coğrafyalarına uzanan ellerini düşlemek 
Ve düşmek uçurumlardan
 
                        SEVMEKLE BAŞLAYAN YAŞAMAK
Sevmekle başlayan yaşamak… 
Tufanların yıkıcılığında heves
Hasarsız bir günün sevinç çığlıkları 
Islak kaldırımlara saçılan hüzün
Üşüyen sevinçler 
Gönlün yükünü hafifleten sözcükler
Kurumuş kuyuların umudu 
Denizlerin hırçın dalgası
Sevdanın zorlu yolları
Hasretin tozlu rafları 
Sevmenin 
 
                        OLSUN
Kabullenmenin güzel bir sözcüğü var, insanın içini ısıtan, ferahlatan. Koşar adım gelen hüznü durduran. Fırtınadan sonra gelen küçücük bir fısıltıyla yerle bir olan düşleri kucaklayan bir sözcük... Sabitleyen yaşamı olduğu yere... Bu sözcüğün adı: olsun.
Olsun, böyle de yaşıyoruz. O olmasa da, bu o
 
                        ÇİÇEKLER DİYORUM…
Çiçekler diyorum…
Ne de güzel açıyorlar baharda! 
Rengarenk umutlarla...
Mevsimleri umursamadan…
Bağrında biriktirdiği acıları saklıyor yapraklarında…
Sevdirirken yeniden dünyayı
Hatırlatıyor kalplerin nasıl ritimsiz attığını… 
Çiçekler diyorum…
Nasıl da soluyor esen rüzgarlarda!
Sert söz
 
                        TABLO
Sen şiir kadar güzelsin 
Tanrıların unuttuğu uzak ülkeler kadar imkânsız 
Yağmurları taşıyan sevdalı bulutların renginde yüreğim
Ne zaman fırtına çıksa sözcüklerimi karartır 
Dalgaların dövdüğü iskelende yorgun yılların sancısı 
Hasret denizlerinin göğündeki bulutların,
Esrarlı rengi kadar kar
 
                        PENCERE ÖNÜ ÇİÇEĞİ*
Penceremin önünde duran çiçeklerin, tek mutluluğu, benim dünyamı güzelleştirmekti belki de… Dışarıya bakan yüzlerinde gökyüzünün sadece ufak bir parçasını görebildikleri için belki de kızgınlar bana... Ben koparmışım gibi onları ait olduğu topraklardan, uçsuz bucaksız çiçek tarlalarından… Ufkun her
 
                        MUTLULUK BELKİ DE ÇOK GENÇ YAŞTA...
Bahar gülümsemesi durur yeşil gözlerinde Eylül’ün
Akşamüstü vaktinde bir sevdanın,
Bütün kuşlar aynı anda kanat çırpar umuda…
Sevdalı yürekleri, mutluluktan uçmak için…
Öyle sarıymış ki bize uzanan elleri Eylül’ün
Rengine bir ömrü feda etmişiz
Daha erken derken kaçıncı geç kalışı bilmişiz!
 
                        MEKTUP
Elinde tuttuğun, her kitaptan daha sahici daha yakıcı kelimelerle yazılan bir mektuptur. Yüreğin en derininden kopup gelmiş, hislerin gerçekliğinden bir kesittir. Seni anlatan, sana yanan duyguları anlatan, yegâne hislerin battığı bir bataklık kâğıdıdır. Sevdayı batırmış, zamanı batırmış, en güzel v
 
                        GÜZDÜ
Güzü sevdiren eylül ılıklığında bir sevda...
Yankılanır kalbinde durmadan… 
Kalbin odacıkları boştu,
Kalbin odacıkları soğuktu evvelden… 
Soğuklara nasıl dayanır tutuşmayan eller?
Ya el ele tutuşmayan yürekler?
Geldiğini belli etmeyen bir sinsi zamandı
Sıcakları yitirmemişken henüz üşütmez 
 
                        İZDÜŞÜM
Sessiz zamanların izdüşümü
Çizilmiş yüzüme sanki…
Ömrün haritasında yara bere izleri
Arasan bulsan sevda definelerini
El değmemiş ormanların derinlerinde
Diner fırtınalı yağmurlar yüzölçümümde… 
Sensiz zamanların izdüşümü
Çizilmiş yüzüme sanki…
Öfkeli bir volkan patlar 
O uzak ülkenin, o 
 
                        UMUT MUCİZEDE
Bir el uzanır aşağıdan 
Küçücük parmakları yaralı 
Tutar inançla, işçi eli 
Yorgun eli, incinmiş eli…
Enkazın en derinlerinde bir ufak boşluk 
Kalpte yanan ışıkların aydınlık sevinci… 
Bütün odalarda bir boşluk bırakmalı!
Çocukların sığabileceği… 
Bir el uzanır aşağıdan 
Gülerken çocuk gö
 
                        SOL YANIM
Bir şey eksikti
Anlayamıyordum
Dokunmaz olmuş kimse 
Yürekteki kimsesiz yere…
El değmemiş bir yalnızlık muhafaza edilmiş
Bütün zamanların üstünde biriken tozuyla.
Orada burada sabahlayan sarhoş duygular,
Bağlanmadan bir şeye ve bir o kadar başıboş
Amaçsız bir serüven gibi yaşamak…
Bir ş
 
                        İSTASYON
Bir istasyonun parlayan raylarının umudu
Vagonlara yüklenen ince sevdaların ağırlığı
Yorgun bir lokomotif geçiyor dizlerimin üzerinden…
-Lokomotif ki yükü insan hüznü- 
Dizelerime sıyırıp geçiyor hem de
Hayal kırıklığının soluğu kanıyor camların buğusunda
Akıp gidiyor yeryüzünden, su gibi zama
 
                        BİR KASIM GECESİ
Umutsuz vakitlerin hüzünlü bekçisi 
Hazanın tükenmiş son nefesi 
Ellerin ufalanmış bütün yapraklar gibi
Tutamadım bir kasım gecesi…
Sevinçli vakitlerin işaretlendiği boş takvimler
Sokakların tenhalığı çok değil yüreğimden
Kurumuş ağacın can çekişen gövdesinden
Anla beni bir kasım gecesi… 
 
                        SARILMALARIM
Yuvasız kuşların kaldırım kenarına sinişi gibiyim ben bazen 
O kuşlarla yağmur birikintilerinden hüzün içmişim
Yüksek binaların köşelerine sinmiş olmaz düşlerim 
Düşmanlığım ondandır belki de bu soğuklara...
Bitmeyen bir üşüme çıplak ruhumda,
Sevginin elleriyle sarılmayınca...
Kimi görse dos
DOYUMSUZ TÜM VAKİTLER
Aydınlık günlerin tarifsiz sevinciyle
Umut serpilmiş tuz diye, ömrün ekmeğine
Yaşamaya hiç doyamamışız… 
Bu vakitlerde peyda olur 
Uzak çam ağaçlarının düşü
Bu vakitlerde dünyanın en ferahlatıcı havası elzemdir.
Kesilen nefesi onaran tamirci 
Tanımsız bir kokuda gizlidir.
Çam kokusu desem 
 
                        HECE ÖLÇÜSÜ
Umutsuzluk;
Mutsuzluk’tan bir hece fazla…
Umutlu kelimelerin ağırlığından eziliyor
Mutluluk düşü kurulamıyor saklı zamanda 
Harflerin kalbi kırık, düşlerin boynu bükük… 
Varlığınla mutlu olan bir hücre bile yokken
Bir hece hep fazla oluyor ruhun ölçüsünde
Ya aşk olmalı ya da sen…
Sevmek;
 
                        KIŞ ŞİİRİ
Sevdanın ardında kalan 
Yokluğun soğuğu nasıl sığardı bir sözcüğe?
Hüzün sığmıyordu geceye
Sokak lambasının titreyen ışığında
Ayaza çalıyordu tüm geceler
Ve üşüyordu tüm düşler
-Soğukta kalan bir evsizin pişmanlıkları gibi - 
Yalnızlık dolu hüznüne iç çeken bir bakış oluyordun...
Kabına sı
 
                        ANLAMIYORUM
Gece oluyor yine  
Sokakların ıssızlığı kadar kalabalık sancılar
Deniyorum kaybolmadan yaşamayı kalabalıklarda  
Bir şey oluyor içerimde, hani o en derinde 
Düğümlenmiş boğazımda iç çekişler, çözemiyorum.
Ruhum içine çekilen denizler gibi şimdi 
Direniyorum.
Gece oluyor yine
Hüzün kokuyor 
 
                        BİR SABAH, BİR YAĞMUR...
Bir sabah solgunluğu dudaklar
Bir yağmur geceden kalma
Göğsüne yaslanmış düşlere bulanmış
Yankılanır damlaların sesi yastığında
Daha uyanamamış yorgun gözlerde saklı
Islanmış sokakların gizli kokusu 
Bilirsin yağmurlu günler biraz yorgunluk içerir 
Biraz da yalnızlık, muhakkak. 
İçinde ısl
 
                        UÇURTMA
Uçuyor göğünde gönlümün beyaz kuşları
Uçurtmadan kanatları...
Gökyüzünün mavisinde asılı kalmış düşleri
Ellerinde kalbin görünmez ipleri...
Uçuyor göğünde gönlümün beyaz kuşları 
Uçurtmadan kanatları...
Umudu öğretir salınarak sevdirir yeniden düşleri 
Bahardır sevdanın mevsimi...
Uçuyor
 
                        GÖRKEM
Nerede yürüdüğümü bilmeden,
Dağınık sokaklardan topluyorum gençliğimi.
İlk gençliğin o bitmek bilmez telaşlı gecelerini,
İçime çekiyorum her köşe başında yeniden yaşarcasına.
İlk aşkların yürekte bıraktığı yara izini,
Seviyorum o sokakların en kuytusunda. 
Jiletle günlerime çizdiğim adının res
 
                        SİYAH ZAMANLARIN ÇİVİSİ
Olacaklarla ölecekler resmedilmiş çoktan
Ve çoktan bir arsız sevdaya tutunmuş yüreğin
Bundandır; renkleri perperişan gündüzlerin 
Solgun desem değil, üşümüş bir bakıma günlerin
Soğuk desem değil, güneşte fazla kalmış ellerin 
Gideceksin günlerin ağır yükünü taşıyarak
Düşüreceksin yerlere acı
 
                        SEN SEVİYORSUN DİYE
Sen seviyorsun diye 
Şu uçsuz bucaksız denizi
Şu sonsuz gökyüzünün mavisinde
Ahenkle salınan kuşları
Sonra kanatlarındaki özgürlüğü…
Sen seviyorsun diye
Şu içimi dolduran şarkıyı
Şu uzun şiirlerin gölgesine
Gecenin bir yarısı yaslanmayı
Sonra çocuk gibi ağlamayı…
Sen seviyorsun diye
Ş
EKSİK AÇAR TÜM ÇİÇEKLERİM ŞİMDİ
Geçmişin geleceğe dinmeyen özlemi şimdi 
Bir yeşil tarla boyunca salınan kalbinde
Günebakan güzelliği ruhunun bulutlarında
Mevsimsiz yağarsın kurumuş topraklarıma
Kalbim yeşerir gülüşünün tohumlarıyla
Sarı sıcak iklimler doğurmuş ellerin
Her uzanışında parmaklarının bana
Uzanırım tutamam, e
HE-CE-LE-ME
Öz – le – mek 
Hece hece…
Bir şehri ansızın, belki bir kıyıyı
Bir mevsimi, belki bir yağmuru
Zamansız açan bir çiçeğin ilk kokusunu
Bir dost gülümseyişinin sıcaklığını
Üşütmeyen sözcüklerin sarıldığı bir geceyi 
Yitirilmemiş sevdaları
Hatırlamak ve düşmek 
Düşlerin hecelerden kırışmış yatağ
BEKLEMENİN TAKVİMİ
Bütün hazin sevgiler demlenmiş yürekte
Zift karası bir hüzün içmişiz sevda diye 
İnce belli bardaklar acıyı işlemiş çukurlarına 
Dokundukça izi, parmakların üzerinde
Dudaklara değen camın sıcaklığı
Kırmızı bir düş olur kokusunda
Eritir bir an buz tutmuş gözyaşını
Boyun büküklüğünden utanır 
 
                        GERÇEK KADIN
Kadının içinde deli kadınlar
Karanfil gülüşleri sığmıyor evrene
Bir mutluluk anında 
Bütün çocukların güldüğü bir evren yaratırcasına
Sonsuzluğu sunarlar
Yürekleri deli kadınlar… 
Kadının içinde yabancı kadınlar
Dolaşıp duruyorlar
Bir kapıdan çıkıp diğerine 
Telaşla geçerken yüreğin yolla
 
                        SEVDADIR BENİM MEMLEKETİM
Her sabah daha eksik
Her gece daha fazla ruhum
Büyülü düşler doğurur 
Sevdalı ellerim dize dize
Sabahın yitikliği geceden kalma 
Bir yokluğu fısıldar ince ince
Geceye kadar yeniden çoğalan
Bir çağlayan olur yüreğimde
Akar ince ince ömrüme
Sevdadır benim memleketim.
Her gittiğim yere alış
.png) 
                        ÇARPINTI
Kalbim bir geniş ovadır yar yüzünde 
Sustukça içine yılkı atların sürüsü ayaklanır
Derin bir nefesle dört nala giderler gökyüzüne
Kırıp geçirir zamana direnen tüm kemiklerimi
Kurumuş toprağın çatlağı, delip geçtikleri…
Yaşım bir uzak zamandır destanlarda
Duyulmamış seslerin tılsımında gizlen
 
                        BİR ESKİ YAZ FOTOĞRAFI
Bir eski yaz fotoğrafından susuyorum şimdi 
Dilimde paslı sözcükler mezarlığı 
Mermerleri soluk bir yaz akşamını öldürmüş soğukluğunda
Boş bırakılmış sözcüklerin siyah izinde
Adı konulamamış suskunlukların
Dudağımda moru kanayan zaman
-Zamanın kanı mor akıyor bu şiirde-
Bütün kırmızıları çalm
 
                        TAKLACI GÜVERCİNLERİ
Ben çocukken gökyüzü kocamandı
Kıskanırdım kanadına takılan umudunu 
Taklacı güvercinlerinin…
Sevdayı bilmezdim o zamanlar
Hasret ise dağlar kadar uzaktı…
Oysa anlatıyorlardı durmadan
Avucuma yuva yapmış küçük bir bedenle
Ve ellerimde atan bir küçücük kalple…
Yıllar sonra da bir kalbi daha ö
 
                        T/UZAK
T/uzak sevdaların sandalı
Düşlerin gerçeğe çarpmasıyla kopan
Bir ayrılık fırtınasında 
Açık denizlerde parçalanan…
Tarifsiz bir yoksunluk sonra
Sonra alışılmış bir açık yara 
Tahtalarından sızan tuzlu su
Yaralara işleyen bir nakış gibi basar acısını
Daha çok tuz, daha çok ölümle…
Tanrı hep 
BAHARA ADANMIŞ BİR ŞİİR
Baharı göğsünde taşımalı insan
İçine çektiği her derin nefeste
Çiçekler açmalı gülüşünde
Kokusunda uzak iklimleri saklamalı
-Özlenen beklenen unutulan hatırlanmayan-
Belki bir şiir, belki de bir resim de
Unutulmuş sanılan her hatıranın 
Saklandığı yerden ansızın çıkmasıyla
Yeniden sevmeli in
 
                        SERPİLEN SES
Sesime değen, senden esen bir ince rüzgâr
Ürpertir sözcüklerin düşünü dilimde
Çekingen bir telaş yokluğu hecelerken bir bir
Konuşabilsem dökülecek damlalar gözbebeklerime…
Gözüme değen, imgelerin başkenti yüzün
Çillerin toprağa serpilmiş açmaya hevesli gonca gül...
Mevsimlerin uçarılığında s
 
                        NİSANDA SUSKUN OLUNMAZ
Şimdi yağmurların sesi 
Ferah ve sakin üşütmeyen bir serinlikte
Şimdi içimde sakladığım; nisanların taze kokusu
Unutturmalı unutulacak ne varsa
Şimdi yağmurların sesi
İçimde biriken kelimelerden yorgun 
Şimdi yağmurlar üzülür suskunluklara
Bütün boşluklara bırakır hüzün birikintilerini
Ş
YÜZ YÜZE
Yüz yüze bakıyoruz
Yüzümüz yalnızlığa bakıyor
Yüz binlerce gün, saat ve bir o kadar dakika…
Yüz yüze bakıyoruz
Yüzümüz yalnızların büyüsünün gölgesinde yüzen yaprak
Yüz binlerce damlanın yağmuru sular, nehirler, denizler…
Yüz yüze bakıyoruz
Yüzümüz gülse eriyecek sınırların buz tutmuş dik
 
                        GÜLSEN
Gülsen
İkiye bölünse evren
Zaman yarılsa bütün çizgilerinden
Göğsüm sığmasa kafesine 
İçimde ölen kuşlar 
Canlansa aniden…
Gülsen 
Bütün zamanlar tamamlansa yeniden
Yarım kalmış bütün masalları 
Anlatsam en başından
İçimde gücenmiş güzler
Çiçek açsa yeniden...
Gülsen
Esrik sabahlara
 
                        YİRMİ BEŞİNCİ SAAT
Her gün dönümünde çaresiz
Yineliyor yaşam kendini, 
Yeniliyor kendi kanının öz suyundan 
Her seferinde biraz daha eksik gün
Herkes kendi içinde biraz daha fazla
Çoğaltıyor kendini yaşamın sessizliği
Esrik zamanların olmaz hüznüyle…
Günler bir saat eksik yaşamda
Ömre saklanmış derin ahlarla
 
                        ADININ GİZLİ ANLAMI
Adın bir şehrin acı türküsünde 
Çoktan unutulmuş 
Söylenmemiş bir sözcük...
Adın yoksul hüzünlerin bitmek bitmeyen
Sessiz çığlıklarında direnen umutlar…
Adın ömrün gizli bahçelerinin
Nesli tükenmekte olan 
Narin sevdaları...
Adın hükmü verilmiş mahkumların 
Kalan son umudunun ince sev
 
                        YALNIZ YAZ
Uzanır yazların bahçesine ömür 
Sere serpe düşlerle
Güneşli günlerden umut çalar
Kirpiklerinde nemli bir deniz kıyısı...
Efkarlar güzel olan her şeyin özünde, 
Bir göz kırpması, bir gönül kayması
Derinleri insanın karanlık kör kuyusu
Suları kurumuş düşlerin sıcağında
Düşmüş içine umutların
.jpg) 
                        SAKLI HAZİRAN YAĞMURLARI
Günler umut yüklenir baharda
Yaza açsın diye ömür çiçekleri 
-Mavi bir sevinç salınır gökyüzüne-
İçini dökmeye hevesli 
Ve ilk aşkların tatlı telaşına özlemli 
Bir mutluluk ısmarlanır hazirana…
Haziranda içimde bulutlar 
Gözlerde yersiz yaz yağmurları
Umutlu sıcak bir akşamda 
Bulutların 
 
                        BİLMEM Kİ!
Zamanın sonsuz döngüsünde ömür 
Zamansız iklimlerden habersiz…
Bilmem ki hangi zamanındayız sevmenin?
Ayrılıkların hangi zamanı?
Kavuşmaların da bir zamanı olmalı elbet!
Ellerinden uçuşan kokunun bir şehri olmalı elbet!
Bilmem ki hangi şehir daha küskün yaşama?
Yaşadığım mı, yaşayamadığım
 
                        TEBESSÜMCE
Tebessümce konuşmak istiyorum 
Tüm evrenin ortak dilinde
Bir gülüşle nasıl anlaşılmaz ki
Evrensel bir yazgıda
Bütün dudak kıvrımlarında
Sevgi aynı anlamda
Merhamet bir hoşgörü giysisiydi zamanında
Ve farklı değildi hiçbir zamanda
Hep aynı insanlığın bozguna uğrattığı 
O ince düşünce silsi
.jpeg) 
                        MASALLARA İNANAN ŞİİR
Sesinde hayali bir kahramanın son sahnesinin hüznü
Bir masalın mutsuz bitişi dolaşıyor yalın ayak
Hüznün yakıcı ezgisinin tuhaf fısıltısı
Şiirler ki masalların sesiyle büyümüş
Sevdanın elleriyle serpilmiş
Hasretin yangınıyla kavrulmuş
Dilsiz bir kelebek…
Sesinde çıkmaz sokakların umutsuzluğ
 
                        KEDER MUSKASI
Tutuşmuş dizelerin kokusunda gizlenen
Yakılmış yüreklerden geriye kalan küllerdir
İçimde üşüyen şehirde uçuşan
Göğsümü dağlayan hüzün
Gözlerimde dağılan kül rengi bulutların 
Sessiz iç çekişleridir.
Yalnızlıkların gezindiği düşlerimdir
Ömrün yeşil sarı çimlerinde ayak izleri...
Yersiz yurt
İNCE SESSİZLİK
Sesimi inceltiyorum
Kalbimin duvarlarını kalınlaştırırken
Sanmayın ki yokluk dokundu canıma
Sessizlik vuruyor kalbimin duvarlarına… 
Bir sıcak yaz özleminde canım 
Ruhumu ısıtacak bir bakışın 
Serden geçmiş bir bahtın
Kurumuş yollarında zamanlarım...
Sesimi inceltiyorum 
Kalbimin duvarlar
ASIRLARDA SAKLI MAVİ
Kaç asır geçmeli?
Sevdayı boyamak için rengârenk
Kaç yağmurun ardından güneş çıkmalı?
Bakışlarda açması için gökkuşağı
Kaç günün göğüne bakmalı?
Bulmak için o eşsiz maviyi…
Arıyorum heybemdeki eski masallarda 
Ömrün hesapsızlığına ait şeffaflığı 
Renkleri sayıyorum hep bir eksik
Meğer göl
 
                        ORMANIN KALBİ
İçimde yanan bir ormanın yası
Sadece birkaç ufak telaşı vardı 
Derin ve sakin nefesinde kaldı
Bilmezdi kalbi, fena insanlığı
Yaşamın kıyameti kalbin yangını...
Vicdanların yoksunluğunda bir ülke 
Öldürüyor nefesindeki serinliği 
Yaprak yaprak dökülüyor kırmızılar 
Canların tüylerinde acı f
İŞGAL EDİLMİŞ BİR ÜLKE
Yüreğimde işgal edilmiş bir ülke durur.
Bakışlarında tutsak kelimeler,
Bahtında alev alev yangınlar,
Mühürlenmiş dudaklarım suskun bir bahara.
Çocuk gülüşlerle yazlara hevesli.
Uzun yolları beklemekten usanmayan
Mevsimlerin gözyaşları ellerinde gizli.
Kurtarılmayı bekleyen işgal edilmiş bir
 
                        GENÇLİĞİN TİZ SESİ
Destanların cevheri türkülerin buğusu 
Ezgisinde asırların pamuk bulutu 
Al yeşilli fistanların tatlı telaşı
Gençliğin ilk adımlarının tuhaf sevinci
 
Oysa bilinmez nedensiz sevincin
Hiçbir zaman kıymeti
Yalınayak bir ömrün buruşmuş renkleri
Sessizliğin ruhunda bir ince düş gizli
Kördüğüm
 
                        *DÜNYANIN BÜTÜN SABAHLARI
Ellerinde çiçeklerle bekliyor seni sabah. Bütün mavi umutları elbise diye giymiş güneşten gülümsemesiyle içini ısıtıyor. Renkleri hatırlatıyor sabah, gözlerini her yeniden açışında dünyaya. Renkleri sevmeyi unuttun, sevmenin derin inceliğinin içini ferahlattığı zamanları unuttuğun gibi… Hatırlatıyor
 
                        UNUTMUŞ GİBİ…
Geçiyor önümden o sevgili yaz
Sıcağında kaybolduğum zamanın tesiri
Geçiyor sevda gibi ısıtarak içimi
Sevgiden yapılmış taç yapraklı
Sözcüklerin iyiliği güzelliği 
Yüzüne yansıyan yakamozların gülüşü 
Unutturur mu kışın koyu hüznünü?
Unuttum!
Yani unutmuş gibiyim…
Geceleri açan ve sevday
 
                        KIR(I)K
Kırık vakitlerin ördüğü, yürüdüğüm renkli yol
Kırk yıl geçmeyen bir yara
Kırk yıl değişmeyen bir ses kulağımda 
Yüzün aynı çocuk gülüşünden yapılmış bir biblo
Bir santimini bile yitirmemiş aklımda  
Yarım kalan her söz gibi yaralı 
Sessiz açan her çiçek gibi masum 
Beklenmedik baharların arma
 
                        HATIRLA(T)MALI YENİDEN
Gökyüzünden bir parça sürmeli ömre 
Serinliğinde her sabahın
Güneşten bir kıvılcım çalmalı 
Isıtmak için yüreğin gizli odalarını
Gülüşleri bulmalı saklandığı yerden
Yeniden sevmeyi hatırlamak için
Ve hatırlatmak yeniden…
Eski masallara gerek olmaksızın
Fosforlu zamanları kazımak zamana
Ma
 
                        EYLÜL YANKISI
İçimde gezinen Eylül’den habersiz geçerken yaz
Ömür yine tutulacak,
Yağmurlarındaki hüzne biraz.
Sararıp solan ömrün yaprakları,
Düşecek ayak bastığın her yere,
Yağınca ruhumun damarlarına az az.
Kurumuş bir ağacın gövdesi kadar yalnız,
Ve damarlarındaki sessizlik kadar asi.
Beklenmedik bi
 
                        YEDİVEREN GÜLLERİ
Ceplerimde saklı umuttan habersiz
Heybemde sevinirken eski masallar
Yüreğimin bilinmez odalarında 
El değmemiş sevdalar soluklanır…
Ömür akşamlar gibi kısalırken 
Umutlar yeşerir yeniden yüreğimde 
Turuncu gökyüzünün altında yediveren güllerle
Hediyesini sunan tuhaf bir akşamüstü gülüşümde…
 
                        MAVİ DÜŞ
Günün bitişi gibi sessiz 
Mavinin bitişi gibi telaşsız 
Bir mutluluk anının yıllara yayılışına özenen 
Ve mavi bir düşü elinden kaçıran 
Sessiz bir çocuktu yalnızlığın… 
Çocuk tebessümlerin hüzünleri kovan sesine yerleşen umut
Kutsanmış baharların armağanı mavi gökyüzünde saklı
Yetinmez saa
 
                        GÖRDÜM
Boş sokakların ıssız kaldırımında 
Hep avare yürüyen
Yalnızlık türküsünde dize olmuş
Hep aynı sızılı ezgiyle çalınan kalpler gördüm.
Penceresiz evlerin düşsüz balkonlarında
Yırtılmış hıncı göğsüne yerleşmiş kadınların
Gözyaşlarıyla yıkanmış
Yine de temizlenememiş adamları gördüm.
Gözyaşl
 
                        İNTİHAR SÜSÜ
Bütün ayrılık pusulaları sonbaharı gösterir
İbresinde kalibresiz bir hüzün
Sevdaların ölüşüne dayamayan yaprakların 
İntiharı olur kuruyup dalından her düşüşü 
-Öylesine sevmiş işte sevdayı, görememişiz!-
Yapraklarını yitirmiş çıplak bir ağacın yalnızlığı
Saydam bir hüzün giyen utangaç gövdesi
 
                        DÜNYANIN GERİ KALANI
Dünyanın bütün çöllerinin tenha her kıyısı
Ulaşır mutlaka bir denize dökmek için içini 
Mevsimlerin ruhu duymaz yanan kumların sesini
Zamansız takvimlerin sesinden düşer sonbahar yaprakları
-Sonbahar hisseder bütün hüzünleri-
Bütün olmazlarda hep hayattan bir şeyler bekler parmak uçları
Yaşa
 
                        MAVİ PAPATYA
Göğsümde açan mavi papatyanın haberi yok 
Öz suyundaki gözyaşından,
Umuttan ve bahardan…
Geri alınamayan zamanın tesirinde yolcuysam
Unutulmayan yenilgilerin simgesi
Ömre işlendiyse yakan iğnelerle
Açsam, susuzsam, sevgisizsem, yorgunsam
Göğsümde açan mavi papatyanın haberi yok 
Öz suyun
 
                        DERİNLERİN SESİ, KİMSESİZ.
I.	GÜLMEK 
Yaşama sevincini bütün hücrelerine yüklemek, umarsız. 
II.	AĞLAMAK 
Dünyanın sonuna yolculuk etmek, silahsız ve savunmasız.
III.	SEVMEK 
Kendi sesini unutmak, duymamak, sessiz.
IV.	ÖLMEK 
Yalnızlıktan bir sonraki durakta inmek, çaresiz. 
V.	SARILMAK
Kalpten damarlara akan
 
                        RUHUNDAN SÜRGÜN
Serin kuşlar selamlar göğümü
Maviyi ararlarken göğsümde
Uzakların bilinmeyen dilinde
Derinlerden akan kan şelalelerinde bulurlar bir renk ancak…
Tatlı ekşi bir masalın ruhunda açtığı yaradan habersiz
Bir çocuk oturuyor herkesin içinde bir tenhada
Neden kırıldığı belirsiz… 
Çocuk bilmez neden 
 
                        KARANLIĞI TUTUŞTURMAK BİR MUMUN ALEVİNDE
Bir mum yaktı geceye
Mum ışığının gölgesinde durdum 
Yetsin aydınlatmaya yüzümü, geçmişimi…
Hasarlı tüm zamanlara, adalete yetsin istedim
Karanlıkla alay ettim kuşları görmedim 
Sözcüklerin çırpınışını gördüm dize dize
Yalnızlık içeren bütün cümlelerin altını
Bir kez daha çizdim kanatan sivri
 
                        MECBURİYETİN HÜZNÜ
Yalnızlığı sözcüklerle parçalayan bir şairin hüznü 
Uzak evlerin mecbur sobalarına sarılan çocuk ellerin çatlağı 
Beklenmedik bir sözcükle buluşan kulakların isyanı
Ani bir yudumla dilin yanması 
İşçilerin çabuk molalarında hızla içilen 
Sıcak ve yavan çayların çaresizliği
Kavurur yüreği ansız
 
                        KALDIRIM T(Y)AŞLARI
Rastgele dizilmiş kaldırım taşları gibiydi ömrümüz
Öylece orada durmakla yükümlü
Basılan her ayağın izinde bir yalnızlık bulma derdi
Kendine bir yoldaş bulma derdi belki de...
Rastgele dizilmiş kaldırım taşları gibiydi ömrümüz…
Bütün yağmurlardan sonra arınmıştı
Yeni baştandı bütün kirlenmel
 
                        KOYU YEŞİL YALNIZLIKLARIN KABUĞU
Yalnızlıklara doyurulmuş hayal gücümün
Acıya sık rastlanır siyah bulutlarında
Yosunlar kesi yerlerinden sızdırıyor rengini
Her zerreme çile çile esiyor omuzlarımdan 
Omurgamda dünyanın kahrı 
Bir iç kıyılması bu, bir zaman kıyılması
Kalp üşümesi zamansız
Dil titremesi sözcüklerin soğuğunda
A
 
                        ZAMANI ESKİTMEK
En başındayız sanki zamanın
Yeniden başlıyoruz hüzünleri içmeye 
Eskimiş kadehlerin kırgın kalbinden...
Sevinçleri sevmeye ant içiyoruz yeniden
Bütün yollar denize çıkacakmış gibi
Kurak bozkırın ortasında bile...
Dalgaların kokusunu duyar gibi kalpte
Yeniden özlüyoruz, özlediğimiz her şey
 
                        MENEKŞENİN YIKILIŞI
Menekşenin aklında eski bir ses 
Yüz binlerce yıl önce
Kalbe gelip yerleşen 
Eski bir ağrı…
İlk keşfi yalnızlığın, 
İlk ayrılık zelzelesi… 
Menekşenin düşünde bir sevda
İlk yalnızlık serpilmiş toprağına  
Kurumuş gitmiş zamanla
Nefesinde bir damla suyla… 
İlk keşfi yalnızlığın, 
İlk
HATIRLA
Kalbimi unuttuğum bir zaman
Hatırla diyor bir ses
Sevmelerin gücenik bakışlarında esen ince meltemi
Hızlı hızlı çarpmanın heyecanlı gülüşlerini
Sesimi unuttuğum bir zaman 
Hatırla diyor bir ses
Eskimiş şarkıların içini yakan ezgisini
Nasıl da içten haykırarak söylediğini 
Sıcaklığı unutt
 
                        ZAMANIN KIŞI
Zamanın sesinde üşüyen bir mevsimdi
Elinden kayıp giden günlerin sesi
Ayaza kesmiş bir hayalin 
Beyaz ayak izlerinde gizliydi
Ömrün varacağı son mevsim
Hasarlı zamanlar soğuktu her zaman
Sıcak iklimleri ararken bakışın
Kalbinin karanlık odalarında 
Yanan hasret mumunun kokusunda 
Erir
 
                        YÜZLEŞMENİN SEVİSİNDEN DOĞAN UMUT ÇİÇEĞİ
İnsan bazen uzun bir boşluktur, kendi içine doğru büyüyen. Bu boşluk ne kadar büyürse insan o kadar derinleşir. Derinleştikçe içindeki katmanlarda biriken sahici hüzün, yakıcı keder, gülümseyen sevinç; bazen çocuksu mutluluğa bazen de kahreden dertlere dönüşünce yersiz sevdalarda rastlasan yerli zam
 
                        İN(Cİ(Nİ)R)
İn derinine ruhunun uçsuz bucaksız denizine
İnci inci sevdaların umutlu bahçesine
İncir ağaçları arasında gezin her mevsimin
İncinir ömrün ayakları ruhun çölünden çıkmazsan eğer…
İn sessizlikten kurduğun o erişilmez tahttan
İnce ince başla sözcükleri incitmeden konuşmaya 
İncecik bir dere ol
 
                        DÜNYA DEĞİRMENİ
Bazı
zamanlar 
Şefkatli
ellerin kızıl gölgesinde
Uyurdu
hüznün hıçkırıkları…
Sakindi…
Sessizdi… 
Sonra yine
en baştan bir savaş
Ruhun
ruhla…
İnsanın
insanla…
Kaç asır
geçti tadı değişmedi 
 
                        NİSAN KADINLARINA
Bir adım
daha atsa 
Nisan
akşamüstüne kavuşacak düşlerin narin adımları 
Bilinmez
yağmurlara ulaşacak sırılsıklam olacak üstü başı 
Çünkü her
kadın sever Nisan’ı… 
Ilık
esintilerinin ruhunu arındırma umuduyla
Tutulmayan
sözl
 
                        YORGUN KARANLIKLAR
Yüzümde
ağır bir yas taşıyorum
Ellerimle
buruşturduğum sesleri susuyorum
İhtimal ki
asıyor göğsündeki dikenli tele 
Olmaz bir
hayali daha erteleyişlerim
Delik
deşik geleceğinde umudun, haritası kayboluyor aniden
Unutmak
isti
 
                        SARMAŞIK
Fesleğen kokulu sabahların huzuru
Ezber bozan şefkatlerin güneş sıcaklığında gümüş
par
 
                        ALACAKARANLIK SES
Titreyen
bir sevmenin narinliği
Durgun
denizi vahşi bir vapur gibi yırtıyor 
                        
 
                        ZAMANA TAŞINAN BENLİK
Ruhumun kehanetinde melankoli ağrıları
Gaflete düşmüş kılıç keskinliğinde düşlerim
SEVDANIN KÜFLÜ MAKASI
Bir makas gibi açıyor kollarınıUzak bir bakışa esir düşmüş sevdaDüşünmeden sarılıyorum sivri uçlarının arasında kaybolmayaGözlerin uçsuz bucaks
YAŞAM BİN FERSAH UZAK
*Ölüm uzundur yaşam ise bir düş kadar kısa... *Uzun ölümler buldum hep kısa yaşamaGüz rüzgarının köhne merasimlerindeHep tazecik haziran sıcakl
 
                        ZAMANA AÇILAN SONSUZ YARA
Bir kapı açılıyor zamanda, bir yaraTopraktaki huzursuz bakışAyaklarda prangaTutsak ediyor göğün bahçesine yüzüYaşamın baş eğdirmez tutkusuYayılıyor damarlaraBir kapı daha açılıyor zamandaSonra bir kapı dahaGökler de huzursuz şimdiGökler de yorgun, başı eğikSonsuz serüvenlere mahkûm ömürZamana açılan
YOKSUNLUKLARIN BAŞKENTİ
Gitmelerin peşinde adım adımHer suskun nefesinde tutsak adımİçimde üşüyen şehirlerin depremiYedi kat yerin altına gömsem de kalbimiYerle yeksan göğsümdeki mezar Yedi iklim geçti aramızdan adım adımYarana gömdüğün yerde sızlar adımÖlü bir hüznü yeşertiyor (g)öz suyuylaAkıp giden nehirlerine ulaş
 
                        MECAZ-I MASAL
Kızıl şefkatlerin zirvesindeki suKoyu toprakların yumuşak tenindeki gazelLacivert gökyüzünde kürek çeken gurbetin ıssızlığıKıtaların bütün mezarlarının ağırlığıyla zorla dönen dünyaHacmindeki reddedilmiş kısır döngüdeki pişman matemlerKuyularda kuytularda köprülere kumsallara özenen deli hıçkırıkUza
 
                        ÇÜNKÜ T/ARAFINDAYIM KENDİMİN
Gün dönümünün ferah kokusunu düşündüm Nihayet evreni sevdiren bir sığınağa uyandım Sevmelerin ve gitmelerin t/arafındaki kuşkudaydım Yaşam belirsizliğini sevmedim Layık olmadı ağır aksak yürüyen umutlar yaşamaya Sarsıldı odam, çatladı duvarlar Alevlerle diktiğim g
 
                        KAYNA(Ş)MA NOKTASI
Gecelerin koynundaki karanfil çürüyor Yapışıyor yakama serseri inadı beklemenin Yolumu kaybettim büsbütün İstilasından beri beni kederin Pusulamda mühürlenmiş ışık ışık gözlerin Nereye gitsen seni Yana döne arıyor Yana yana buluyor&nbs
 
                        MAHKÛMİYETİN DÖNÜŞÜMÜ
Kötülüğü iyiliğe dönüştüren sözcüklerin tılsımlı gücüne inandım Seslerin rengindeki siyaha bulanmış sözcükleri sevmedim Her şey aşkın yitirilmiş ömründen sonraSesimdeki boşluk kara delik fezadaBoşluğun karanlığına mahkumum oysaBeni dönüştüren aynalardan kurtulamadımGöğüs geremedim ele geçirilişime a
 
                        ZAMANSIZ DEPREM
Kaç ölü kaç yaralı çıkar içimdeki depremden sabaha Bu çaresiz hüzünle kaç zaman yas ilan edilir yüreğimdeAkşamdan kalma acılarımın Sevdaya uzanan ellerini tut! Çünkü seni düşününce Fırtınaya tutsak bir deniz gibi Dalgalan
 
                        HUZURSUZ BEKLEYİŞİN YONTUSU
Beklemenin huzursuz evindeRuhumun istekli kıyametlerini avutuyorum OKUMAYA DEVAM ET
 
                        YANGINDIR TEMMUZ
Mutluluktu temmuz evveldenYazlardı yüreğimi ısıtan ezeldenArtıkYangındır temmuz Tutuştu şiirler gülüşlerindenTellere vuran narin parmaklardan başladı tufanGeriye kalan kül, kara lekesidir yurdun Türkülerin sesinde sevdayı büyüten şairlerNasıl korku saçar bağnazlığı giyinmiş meşalelere?Yurd
 
                        TAM O ANDA...
Yazsız kaldığım bir zamandaÜşüyen bir sokağın kalbindeYağmurun sarhoşluğundaki rüzgârla sarmaş dolaşBir yalnızlık giyindiğim esnadaTam o anda Dünyayı durduran güzüyle bir aşkın SavruldumÇarptı düşüncelerimin utangaçlığıVe telaşı bütün sokak duvarlarınaDuvarlar tuzdan, acıdan, fosford
 
                        KENDİM SARHOŞLUĞU PAPATYALARIN
bir dağ hazırlandı bana bir uzak ülkebir uzak yol bir uzak son Kendimden çıktım Gittim Eteklerine papatyalar tünemiş Serin bir dağa bağırdım Sustuğum her şeyi Papatyalar sustu Kendimi duydumSustum Son nefesinde sevdanın Papatyaların solan
 
                        YILDIZLAR HİÇ DURMADAN…
Gece dönüp duruyor başımda, gözlerimden başka bir şeyim yok hayatta. Görebilmek, bakmaktan öte bazı zamanlarda… Baktığın her ne olursa olsun, gördüğün bazen bambaşka. Dünya hiç durmadan, gökyüzü hiç durmadan, yıldızlar hiç durmadan dönüyor etrafımda. Penceremce küçülmüş, uzak bir şehir, penceremde n
 
                        ZAMANIN ÇIĞLIKLARI; BEKLEYİŞ
Zaman ki yaşamı yener, bir doğum ve bir ölümle… Anlamla ve anlamsızlıkla… Yoklukla ve varlıkla… Gerçeğin ve düşün karıştığı tam o anda zihnimin berraklığından kurtulmasını kutlayan sözcüklerin dansı bölüyor zamanı… Ne gece ne de gündüz… Zamanın akıp gitmesine gidip durmasına, bir düş boyunca tu
 
                        KORKUNUN ZALİMLİĞİ, ZALİMLİĞİN KORKUSU
Güçlünün yaşayabildiği bir zaman kiBu, bütün zamanları kapsar. Gücün sınırlarında bir yolculuk yaşam… Evrenin bütün yıldızları ruhu aydınlatan bir sihir sanki… Uzaktan parlak yaklaştıkça sıcak olan o dokunulmaz hi


 
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                         
                        