Adın vardı,
Kuytu köşelerde zemheri ayaz akşamlardı
Ellerin ellerimde, avaz avaz susardım
İçin için gülerdim
Gamzelerine gözlerimi gömerdim
Yüzün okunmamış şiirler saklardı
Adın dört harfli bir masaldı...
Adın yâr-dı
Dilimde çiçek açardı
Ne akşam akşamdı ne sabah sabah
Saat sendin, mevsi
Şiir ki, Ömürlük sevgililik akdi imzası atılmış yüreğimde. Bir şiir dinledim şiire aşık oldum. Bir şiire aşık oldum şiir yazmaya başladım. Yıllardır okurum, yazarım, karalarım... Ekmek, su gibi ihtiyaç bir nevi tutku. Kelebeğin Operası kitabımla da şiir okyanusuna bir damla olmak istedim. Bundan sonra şiir severlerle Lavinia Dergisindeyim...
Tutsak kaldı dudaklarının arasında, Yüreğinin esaretinden kurtulamayan Seni Seviyorumlar.
Lavinya Dergisi
YazarlarımızADIN VARDI
ZAMAN VE İNSAN
Şehirde dalga dalga sağır hengame
Hayat içinde boğulanlara ezanlar nağme
Yetiştiğimiz her yere geç kalmışlıkla
Zehir zemberek, bir aldanmışlıkla
Çalakalem yazgımız, siyah mürekkep
Huzuru sırtımıza yük, hayata merkep
Her erken, geç saatler fasıl eşliğinde
Gökyüzü dar, ana rahmi genişliği
YAŞAMAK BOĞAZIMDA
Asılı duruyor yelkovan duvarda
Çarmıha gerilmiş akrep
Zaman şen şakrak ağlıyor huzurda
Nikahsız sevinçler çatık kaşlarında
Kaç huzur doğdu? Kaç merhamet öldü?
Yılgın ruhumun havuzunda
Kaç sevinç boğuldu?
Yutkunamadığım boğazımda...
Bir ışık doğuyor batıdan
Güneş karanlığı yutuyor bir sa
İLK ADIM
Aynı günün akşamı, değişmeyen kazanç, hep aynı yatakta, benzer saatlerde uyumak-uyanmak, aynı yollardan işe gidiş-dönüş, hep aynı insanlarla yapılan benzer sohbetler… Ben sayarken aklınıza gelen işte o şeyler. Sanırım son zamanlarda hepimizin en büyük sorunu tekrar eden yaşam döngüsü. Sosyal medyada
BU BAHAR YABANCI
Kuruyor bademler dalında
Sanki hazan kapısı açılmış gibi
Zaman tüneli mevsimlerinde yolcu
Beden han, her an sancı
Sıra dışı, sarhoş, yasadışı
İçi-dışı, her haliyle
Bu bahar yabancı...
Güz akıyor baharın gözlerinden
Saklı cennet gibi yaşamak
Duruyor orada bir yerde
Aklımızın, ruhumuzun
BİR YAZ ŞİİRİ BENDEN SANA
Maalesef sargılı, keşkeye gebe
Yaşam yorgunu huysuz geceler
Sır gibi gözlerimin tuzlu nemi
Sen söz ararsın yalan kokulu
Ben, bir çift göz gülüşü
Kimsesiz şiirlerime...
Dağınık odamda en çok kendimi
Ömrümün odalarında en çok seni
Kurulu saatin çaldığı uykularımı
Kaybedilmiş bir yaşamak
SENSİZ İSTANBUL
Ay, kayıp bu gece.
Gökyüzü gözlerin gibi siyah, simsiyah.
Yıldızlar serpilmiş çil çil
Dilimde bitmeyen bir ah!
Issız ve yağmurlu sokaklar,
Islanmak anlamsız, ışıklar yorgun
Sensiz yağmurlarında İstanbul'un...
Kız Kulesi'nden esiyor ayrılık rüzgarları
Yalnızlık dalgaları vuruyor kıyılarına bo
VAROLUŞ SANCISI
Su yürüyor yolsuzca
Zaman kiralık koynumda
Gece demini almış,
Hafızalar hazır yırtmaya her anını anıların
Zamana meydan okuyorsak
Ve her dakikası varoluşsal bir devinimse
Semt pazarında satılmıyorsa huzur
Veya kapalı çarşıda eskici dükkanlarında
Ve bulamıyorsak kentsel dönüşümlerde
Her anı
ADI DEĞİŞMELİ YAŞAMIN
Öldüm ben
Bu kızıl şehrin sokaklarında
Adı değişmeli öldüğüm bu şehrin
Altında kaldığım dev surlar
Sanırsın sınırsız bir mezar...
Gitmeliyim bu şehirden ansızın
Nemi artmalı mesela gittiğim yerin
Sıfıra inmeli rakım.
Hazır, haziran kapıya gelmişken
Sahili kanatlarımın altında
Sarı kumaş
AYRAÇ
Sarmal bulutlar gibi dağılıyor esrarengiz düşünceler zihnimin kargaşasından. Tam olarak demlenmese de gecenin üçünde, içilir kelimeler türüyor yavaş yavaş. Yastık taş, yorgan arkadaş böyle zamanlarda. Kaderim ve çıkmazları ikilemeler gibi bağlı birbirine. Peş peşe ve sıkı sıkıya. Derin dikişler atıl
DAĞINIK
Açılır perde perde, usulca kör karanlığın ardındaki duvarlar. Söz kanatlanır Anka kuşu gibi yanan yüreğimin küllerinden. İçimin dehlizlerine yalınayak bir yolculuk. Kendi derdiyle dertleşmek yalnızlığın en yalın hâli. Sere serpe, mavi ve kurşuni, sıradan bir akşamda hiç sıradan sayılmayan, içimi her
YOLCU
Besle aşkı, oysun kalbini derinden
Ve kemiklerini etinden, etini derisinden
Seni, kendinden ayırsın...
Yola azık, ömrüne merhem
Su yosunu gözleri ile ferah
Kahverengi saçları ile kurak
Ve çöl rengi teninde
Sıcak mı sıcak bir kaçamak için,
Uçsuz bucaksız bir yolculuk...
Beş mevsim, birkaç
İKİNCİ BAHAR
Sanırsın hep bu yaşımda
Tüm acılarımı sırtıma yük kabul etmiş
Öyle doğmuşum ana rahminden dünyaya...Hani çocukluğum, hani ilk gençliğim
Nerde ilk aşkımın heyecanı?
Ellerimi ve yüreğimi titreten
O midemdeki kramp, içimdeki sancı...-Garip bir his bu bendeki-
Sarhoşluğumu etil alkolün sancısı sa
İÇİM
Ağlayan gözlerim değil! İçim...
Zaferini kutluyoruz en güzel yenilginin
Yüreğimin dehlizlerinde yalpalayarak
Sicim sicim damlıyor,
İçin için yanıyor sularım...
Zaman ki ayaklarımın altında
Yalnız kalmış şehir gibi virane
Ne yapsam tutunamıyorum dallarından
Akrep sokuyor, yelkovan umursuz
K
ATEŞ VE İNSAN
Bir gece başladı her şey
Ansızın, sessiz ve derinden
Bir gecede bitmedi fakat
Cehennemi bir sıcak, kül ve bulut
Mahşerin atlıları gibi dağıldı dört bir tarafa
Cehenneme prova sanki
Kemiklerinden soyundu bir bir kırmızı et
Can eridi, söz bitti, yürek dağlandı
Adeta kıyamet idi
Kızıl kıyamet
ARINMA
Sessiz ve derinden dökülürken bir bir takvimden ömür yaprakları, ne kadar yaşıyoruz sahiden istediğimiz hayatı? Bu hengame, bu sıradanlık, sorumluluk yüklü omuzlar, şehrin bezdirici trafiği ve hiçbir gerçek hislerine ortak olmayan insan kalabalığı... Ne gülün ateşli kırmızısı, ne elmanın sarısı ne d
BAŞROL
Gözünün rengine boyanmış
Talihsizlik abidesiyim büsbütün.
Sihirli cümleler dişlerimin arasında,
Yalan söyleme sanatını,
Yalnız kendime adet edinmiş
Cüce bir dev, korkak yüreğim.
Cılız bir zafer benimkisi,
Yenilgi artığı kandırmacalar...
Ellerin kadar yumuşacık sanıyorum
Dokunduğun her yer
KAYBETMEK VE BEN
Gece ıssız,
Ses bulanık,
Zihnim sesimden bulanık.
Düşünüyorum da,
İnsan mâteme hep mi hazırlıksız yakalanır?
Sonbahar düşerken ansızın ömrümüze
Eylül, yalnız isminin güzelliğiyle süslerken içimizi
Sabır yalnız zaman değildir diyorum.
Eylül ise geçiyor zamanı dinlemeden...
Zihnim, kurt y
GARİP BİR İSTANBUL GECESİ
Hayranı olduğum bu eşsiz şehir yine içini boşaltıyor geceye. Çok sinirlenmiş, üzülmüş ya da mutluluktan olsa gerek ağlıyordu yine. Ve ne zaman yağmur yağsa, bende eşlik ederim yalnız bırakmam sevdalısı olduğum memleketimin güzel şehrini. Penceremi tıklar yağmur. Seslenir bana ve başlar eşsiz güzelli
SONSUZ SEVDAM YALNIZLIK
Güzel bir şarkıyı henüz ilk duyduğumda
Güzel bir şiiri, ilk mısrasında fark edebilirim...
Ama bilemem bir aşkın nasıl süreceğini,
Ve nasıl sürükleyeceğini beni...
Sonra kaç geceme mâl olacağını,
Kaç gece uykusuz bırakacağını beni.
Ve kaç kez ağlatacağını sırılsıklam...
İşte o yüzden,
Çok zam
Düş-Dön(üşüm)
Anıyor, acılar içinde yüreğim
Kayıp huzurlu günlerini
Zamanın kendisi değil, yaşadığım izdüşümü
An kayıp, mekan kayıp, can paramparça
Paralel evrende, kara simsiyah bir delik
Kaybediyor gülüşümü...
Kanıyor göğsümün mabedinde dualarım
Avuçlarım yara bere içinde
Ruhum bedenimde kayıp
Ayyuk
ZAFER TÜRKÜSÜ
Çöl için yağmur, zafer türküsü.
Uyku tutmuyorsa,
şafak vakti güneşin doğuşu,
Annesine nazlı adımlar ile yürüyen ceylan
Yatağını yalayarak akan dere
Ve badem çiçeklerinin meyveye dönüşümü
Zaman için zaferdir.
Eline düşen köz ile yüreğine düşen hasret
Aynı oranda acıtmaz.
Görünmeyen acıları
ÖLÜMCÜL YAŞAM
Sarı laleler soluyor hasta başında
Mevsim rüzgarları sus pus
Karanlık, ininde vahşi bir yaratık
Her gece ziyaret ediyor yorgan altında
Yakın değil gelecek, her gün bir ömür
Uzak değil geçmiş, an be an aklımda
Ne mahpus, ne hastalık, ne ölüm
Yaşarken ölmekmiş en zoru aslında...
Aynalarda
SOLUK RENKLER
Aramızdan akıp giden zaman
Ve kimlik karmaşasının
Bizde bıraktığı iç burukluğu
Tarihin gizli sayfalarını
Her ne kadar eşeliyor olsa da,
Sanki seninle ben bir puzzelın birbirine uymayan iki parçasıyız.
Niyetimiz her ne kadar güzel bir resim ortaya koymak olsa da
Uyuşmuyor iyi niyetimizin
TERS DÜZ
Ayazdı. Soğuk hava, avuçlarındaki nasır acısını azaltıyor fakat parmaklarını uyuşturuyordu. Servise yetişmenin verdiği acele, nasırlarını düşünecek zamanı olmadığını hatırlattı. Yol uzun, ayakları yorgundu. Günde on iki saat çalışıyor üstüne gönülsüz/zorunlu mesai yapmanın verdiği yorgunluğu atacak
SİYAH KADERLİ ÇOCUKLAR
Matem damlıyor gözlerinden her mevsim
Dişlerinin arasında kuru kabuk öğütüyorlar
Et çiğnemeye fırsatı olmamış belli ki
Naz nedir bilmeyen çocuklar
Gözyaşları siyah, tıpkı tenleri gibi
Asil ve korku dolu bakışlar...
Gözleri gülüyor kiminin
Kardelen cesaretiyle zoraki
Avuç içlerine bakmıyor hi
ÜÇ NOKTA
Ve kelimeler ıslak bir hazirana hazırlanıyor
Büyüyor yokluğunda düş taneleri,
Tükenir sensizliği anlatırken zaman
Uçup gider toz tanesi misali avuçlarımdan...
Zaman,
şemsiyenin taşıyabileceği yağmur kadar ağır
Zaman,
gözlerimden akan yaş misâli
Zaman,
Zihnimde dolanan örümcek kadar san
SANKİ
Hızı kesilir yağan karın
Bir durgunluk düşer gözlerime
Ensemde rüzgarın uğultusu
Sanki benimmiş gibi kar taneleri
Sanki kaybetmişim özgürlüğümü...
Zaman akıp gider avuçlarımdan
Gözlerim yaşam savaşı yorgunu
Ve tüm düşünceler şakaklarımda
Kar tanesine vurgun
Sanki gençlik benimmiş,
Sa
AYRILIK AKŞAMI
Donuk düşlerimde kifayetsiz kelimeler
El geldik, yaban kalıyoruz yaşamaya
Ver elini kimsesizlik iklimi
Özlüyorum kimi, arıyorum kimi,
Kimi zaman seni, kimi kendimi...
Gecenin gölgesi altında hüzün damlaları
Gözünün siyahında yaz akşamları
Senli bilmeceler, cevapsız sorular içinde
Bulutsuz
KİM-(SESSİZ)-LİK
Yorgun gülüşlerim eğreti yüzümde
Sanki intihar acelesi ayaklarımda
İnsan içinde azâde
Kendi başına iken mahkûm
El ele , diz dize melekle şeytan
Her vakit içimde bir yerde...
Su akarken değil, taşınca bulur yolunu
Sorun yolda kalmak çünkü
Taşınca, kabarınca
Her imtihan peş peşe sıralanın
BİR BEYAZ AŞK
Beyazı yeni bir hayat gibi damıtırken gökyüzünden yeryüzü,
İçinde doğum sancısı saklıyor ölü toprak.
Dirilişin gizemli habercisi kardelen
Bu havada bir şey var içimi ısıtan
Zamanı aşan, ıssız ve kurak
Kalbimin derinlerine inceden inceye dokunan...
Matematik bilmeyen çocukların eksiye âsi
P
KURŞUN
Işığı yolcu edince zaman göğün mavisinden
Esaslı bir şiir ıslansın isterim dudaklarımda
Mürekkep kurumadan, zihnim duman duman
Ses arınsın dinlerim, usulca kulaklarımda...
Sözlerime kurşun gibi yakıştırması yapılmasın
En hafifinden çok ağırıma gider
Kurşun can alır, sözler can verir ölü ruhl
METAFOR
Gri demir kaplı ruhsuzlar avlusu dünyaGirenin tek çıkışı, anahtarı can olan kapıGri plastik kalpli canlılara döndürür insanıYoksa nasıl baş edilir bunca cefâylaHak vermiyor değilim, kan dökerek, can dökerekSavaş oyunları tadında yaşıyoruz her günüSüngü kağıt, mızrak kağıt, kalkan kağıtOkul zamanları
FRANKESTEIN
Bu çağın yaralı yüzlü Frankenstein'ı benim.
Asık bakışlarımda asılı yokluğun
Kelimeleri kekre ayva gibi diziyor boğazımda
Çünkü ve fakat sen yoksun...
Toprağa ilk düşme gayretini veren
Yağmur damlası aceleciliği ile koşardım sana
Sense arsız kaplumbağa hızıyla
Solgun ve as
AYRILIK PROVALARI
Kırklanmış bebeklerin al topukları
Ve yumuk avuçlarındaki masumiyet misali
Annelerinin koynuna yaslanmış
Asude, tertemiz teslimiyet gibi.
Sanki sağ yanımda çarpan sol yanının
İçimi arındıran durgun ve keskin heyecanı
Ayrılık provaları yaparken sen
Beşinci boyuttan,
Yanaklarımda hazırlıksız
EKSİK KALAN MASAL
Saçlarım değil, avuçlarıma dökülen tel tel
Yaşanmamış hayallerimin meyveleri
Uzanır karanlıkta tutarım bir el
Yakar kavurur beni, sanki ateşin elleri
Gözlerimin gerçekler ile yüzleşmeleri...
Asırlık acılar artçı kalır, evvel zaman içinde...
Sesindeki o makam, o ahenk, o tını
Sank
ZAMANCA
Zaman, çaylak sihirbaz
Geri getiremiyor kaybettiklerini
Işıltısını gözlerimin, o genç yaşımı
Ve çekip alırken usul usul
Annemin siyah saçlarını
Babamın delikanlı duruşunu
Ürkütüyor ansızın düş
OLMUYORUM, ÖLMÜYORUM!
Zaman kıvranırken göz kapaklarımda
Yaşadığım her an;
Kırık camlarla kaplı avlu
Ayağımın altında...
Derin bir ah! çıkar nefesimden
Sesime bezeli acılarımın, içimde çizilmiş resmi
Yüzüm neva ile ıslanmak is
CAN KIRIKLARI'M
İçimde yıkık bir şehir var
Avuçlarımda can kırıklarım
Ruhum baştan ayağa tarumar
Kendimi kendimden ayıklarım
Ne şimdiki benim büsbütün
Ne eskiden miras şu yüzüm
Kemiklerim parçalandı
DEĞİLİM HER-HİÇBİR(ŞEY)
Kimyager değilim
Bozuk şu oksijeni
eksik hayatımın kimyası
Teneffüs
aralarında bile karbonmonoksit soluyan ciğerlerim
Civa ile kurşunu
karıştırıp
Dökmüşler gibi
göğsümün kafesinden içeri
Yanıyor oksijen
dahi olmadan...
İMDAT
Suyun gölgesinde serinler bulanık zihnim
Dilimde sabra bezeli cümleler kavrulur
Kendimi hapsetmişim,
Yaşanması mümkün olmayan
Hayatların zindanına
İçli türküler yeşerir kulaklarımda
Kendime yetişmek çabasındayı
LAVİNİA
Müphem bakışlarında gizli avare çığlıkları
Kaç cilt sustu gözlerin
Dilim sağır, kulağım kör
Kuru boğazımda, ıslak kelimeler dizili
Gün batımı gözlerimde seyrettiğin sensizliğe
Sigaramın gri dumanı perde olsa da
ABRAKADABRA HOKUS-POKUS
Tadı yok şiirlerimin de artık
Ben kaleme küs , kağıt bana küs
Önümde sis , arkamda pus
Dilim kesik kesik yara, zihnim bulanık kara
Var ile yok arasında
Bir kaç yalnızlık zamandır sus
KİM BİLİR
Yol yakınken, sis çökmemişken
Duvarlar üzerime hareketlenmemişken
Henüz açılmamış sayfaların hayalî ile yaşarken
Kaç ruh yaşındaydım,
Bedenim kaç kemikten oluşuyordu?
Ve yaralar almamışken etlerim
Ne kada
ACININ BİLİMİ
İçinin hüzün kuyusunda
Lâl bakışlar, kör cümleler, sağır ağıtlar saklı
henüz açılmamış Pandora'nın Kutusu'nda
dibine düşmüş buruşuk aklı...
Hilâl gibi çatık kaşlarındaki geniş açının
Geniş bir acıyı resm
CEVAPSIZ BİLMECEM
Kafa kağıdımda yazmıyordu
beni doğuran annemin çektiği sancılar
ve ölüm kağıdıma yazılmayacak
yaşarken çektiğim acılar...
buruşuk tebessümlerden arta kalan
kırışık dudak çizgilerimde
resmed
AŞK'IN ŞİİR HALİ
Konar göçer aşkların zamanı artıkKalbinde göçebe kimliklerin harabeleriNasırlı, hasarlı, bir zamanlar ısrarlışu sıralar özgürlükte tutsakYa şimdi girdabında,kalabalık bir yalnızlığın yorgun omuzlarıburuşuk bir dinleti varyetesi şiirler ,uyuşuk bir kalbin,hayata attığı merdiven yokuşu aşklar...İçi bo
DÜŞ'TÜM
Düşlerin eşiğinde ağır bedenim
Bir adım beri senden, bin adım öte
Ve kesilince yerden ayaklarım
Mihrabına durunca sonsuzluğun
Bu bitmez uykusuzluğun deminde
Düş içinde düştüğüm yerse hayat,
Bi
ÜŞÜYORUM
Kalk gidiyoruz! der gibi plansız ve aceleci
Ne işimiz var! kadar üşengeç adımlarla,
Bir ileri iki geri çarpıyor kalbim,
Yokluğunun kayıp atlasında...
Zihnim şelale gürültüsünde sağır
bedenim göl sessizli
ARMAĞAN
Körpe gülüşündeki dipsiz kuyudan düşerken gözlerimDibe indikçe karanlığa karışması gerekirkenAydınlatıyordu yolumu , gözlerinin ışığıVe acemi bir şairin hiç kullanılmamıştomurcuk sözcükleriylevaroluş sancısı yaşadığı şiirindeçarpıyordu cümlelerimdudaklarından çıkma ihtimali olanher cümleye...
ZAN YARASI
Zan kusuyor zihnimdüşüncelerim zan yarası,kan diniyor, zan dinmiyor zamanlabilinmezliğin kömür karasıgözlerimden damlıyor...
SANA BAKMAK YETİYOR(MUY)DU?
Oysa,yalnızca bakmak sanayetiyor(muy)du ?!...şiir düşerken,gönül merdivenlerindenaşk sızısında tarife muhtaç yüreğiminsahipsiz ve kimsesiz avlusunaavludaki sessizliğin kor dudaklarınadudaklarında şairin nemli ve sıcak satırlarına...Zaman zihnimde geriye sarıncakuşkusuz ,temkinli,ürkek ve çırımçırım
BANA BİR MASAL ANLAT(MA) BABA !
Bana bir masal anlat(ma) baba!...
Az giderim, uz gidemem.Evvel zaman her yanım yara bere içinde...Geçmişin izlerinden geleceğimi silemem,Saatlerin sarkaçları sarhoş ,Yediğim ekmek, içtiğim su nahoş.Ab-ı hayat kurumuş, çöl olmuş.Olmamış develer tellal , pireler berber.Var yok , çok az o
ŞİİR BİLMECESİ
"Şiir şiir uzuyor gecem,hava sıcak fakat,tir tir titriyor her hecemsır gibi saklanıyor ömür bilmecemkim bilir kim olacak ecelim,kim olacak ecem? "Bu bir kaç satırlık şiir müsveddesişairin, şiiri üçüncü sınıf bir dansa daveti,Faili meçhul olmayan bir şiir katliuykusuzluğun yokuşunda,kuytusunda yazılm
YAŞ "OTUZ DÖRT BUÇUK"
Güneş kızağa çekildi, ay belirdi yenidenGecenin kundağında şiir ağladıSaman alevi gibi yanıp geçti beyhude ömürSavruldu bir bir takvim yaprakları...
Zaman zihnimin sokaklarında ıslık çalıyorNasıl yaşanır bir ömür? Nasıl ölünür huzurla?İçim doğmamış çocukların acıla
SORU(N)SUZ YAŞAMAK
Ucunda yaşam var her bir kararın,ölüm asude nazlı yolculuk haksızlıklar ülkesinde,pus serildi ayaklar altına ilmek ilmekfikirler kezzap gibi döküldü zift zihinlerdenyol belirsiz, iz belirsiz, his belirsizne kadar zor bu vahşi yaşamda insan kalabilmek...Omzumda ağır yük hayathatıralar bir bir silindi
SIZ(L)IYOR
Sızıyor bakışların gözlerimin çatlaklarındançatlıyor yüreğim, dökülüyorum...göğsümün duvarları yıkılıyordüşlerin altında eziliyorum... Küçük avuçlarının arasında küçülüyor yüzümve gözbebeklerim büyüyor gözlerinin aksindebeni sırtlan gibi vahşice parçalıyorsunher bir zerreme bıçak bıçak sa
İKİ BİN (BİLMEM KAÇ) YİRMİ DÖRT
Milattan önce on üç milyar yıl evvel başlamış dünya serüveni,insan bu mahallede henüz çok yeni. Kimilerine göre "Big Bang" teori ile var oldukkimileri der "Ol " deyince Tanrı,oluverdik, can bulduk. Şüphesiz ki,insan rastlantılardan çok daha ötesi muazzam bir kompleks,muntazam bir
SENİ SAYIKLAMAK
Asfalt karasında yağmurun şavkısaçına süs gümüş teli kıskanır,rüzgar yağar kirpiklerinebakışlarım ıslanır...Mariana'da girdap düşünceler çukurumed-cezir bakışmalarımıza susuzluğumkuytunda huzur,kalabalıkta buhran uykusuzluğum...Geçmişin derinliğinde tutulur nefesgeçti gitti aheste ömür,kış güneşi gö
USUL VE İNCE
Acı suyu şifa yalnızlığımınkaybolan kimliğimebir kırık pusulayım.Düşünce çukuruna düşünceazlettim bedenimden ruhumunefsim vicdanımda pul pul eriyincebir yağmur döküldü gözlerimdenusul ve ince...Çorak ruhumu çırptım bedenimden,açtım gönül gözümüsıyırdım, etimi kemiğimden.Ayırdım kötü yanımı iyilikler
KIR(I)K YIL
Şehrin gürültüsüne kurulu saatim acı acı kıvranır her sabah kulağımda uykum kaç göç, titrek mum alevi yatağımda el kaldık yaşamak denen meçhule çabalar ve direniş beyhude... Yüreğimde acının iç sesi tanıdık bir tını şimdi nefesimde eylül hüznü ağır mis
METRUK AŞKLAR MEZARLIĞI
Metruk aşklar mezarlığı şimdi kalplersessizlik iniltisi çınlarsızar çatlak kızıl gözlerdenkırık kalbin sesi ulaşır yüreğinin göğüneduyulmaz yeryüzünden...
Ödü patlar mezarlık sakinlerininyeni bir aşk daha mı gömüldü düşüncesinden.Aşktan düşenin halinden,yalnız aşkt
ALKIŞ
Ayın tozunu alıyor gri bulutlargece demli çay,gökyüzünün alaca karanlığındaucunda ölüm yok dediğin her şeyin sonu ölüm.Gerçek duygular saklıyalnızlığın kör odalarına ...Uçurum uçurum düşüncelerin boşluğuaynalarda genişliyor duvarlarIssız harflerle bezeli suskunluğum.Matruşka gibi soyulurken ruhumkus
PARADOKS
“Yetişmek” ne yorucu bir eylem. Bir annenin dilinin kıyısına en çok bu kelime uğruyor olabilir, elbette evlatlarından sonra. Ya da bir metropolde her gün toplu taşıma ile kaptı kaçtı oynayan bir çalışanın hayatında. Yetişmek yorucu, yetişebilmişsen varmak ist
Dİ'Lİ GEÇMİŞ ZAMAN HİKAYELERİ
Siyah beyaz kelimelerin gölgesikıvrılır dudağımın kenarına.Mum ışığı alevindetutuşur düşlerimin etekleri.Dilimde ıslak toz tadında düşünceler,köhne zihnime tünemiş güvercinler...Zaman, tersine akıyor sanıyorum.Çocukluğu ak sakallılardanyetişkinliği sabilerden dinliyoruz artık.Aralanıyor gece gündüzd
FAİLİ MALÛM
Siyah mürekkep devrildiğinde gökyüzüne Yıldızlar göz altına alır geceyi.Hilal, çatık kaşlı gardiyan olur semada.Kelimelerin ayak sesleri aralar sessizliği Yüreğim faili malûm bir şiirin münzevisi... Bu hışırtılar, bu dalga,bu sessiz çığlığı karanlığınhenüz vurulmamış atların özg
TAKVİMLER EYLÜL'Ü GÖSTERİRKEN
Ağustos Eylül'dür birazve Eylül fazlasıyla Sonbahar...İçinde yaşanmamış Haziranlar barındıranher yaz pişmanlık ve bir ömür kayıptır.Usulca açılır ansızınsabah rüzgârıyla Eylül kapısı,ve bir akşam güneşi ile batar Ağustos yazı...Hasret ve rutubet kokusu sızarşimdi duvarlardanİçimde ilkokulun ilk günü
AFORİZMAL HASTALIKLAR
Ortak acıların kardeşliği,ağırdır sevinç kardeşliğindengönül terazisinde.Aşk, su gibidir saf ve şeffafboyanır özüne maşukun,öyle kavuşur asıl rengine.Dost zorda bulunur,kaybedilen yalnız sırta yük...Parmak ucunda yürür kelimelerimsessiz sedasız rahatsızlıklarımdan büyük.Çal be kemancı, çal başımın t
ALLAH’IM! NARİN...
Gecenin beşiğinde sallanırken zamanyüreğimden hicaz ağıtlar yükselir.İçimde kopan vaveyla Henüz ömrünün baharında,“Narin” bir çiçeğin dalından koparılışındandır. Güzel günleri yaşama ihtimali elinden alınan “melek”Hem de can bildiği caniler tarafından.İçimde kopan bu kızgın fırtına, b
TAKLİT
Pencereler kapanıyor birer birer. Tenimiz bu tatlı ürpertinin ve pencereden sızan serinliğin "sıkı giyin-ört üstünü" sözlerini işitiyor artık. Sonbahar ellerinde fırçayla boyamaya başladı ağaçları. Yol kenarına savrulan yaprakların sarı-turuncu renkleri gözlerimize enfes bir şölen hazırlarken, bu ma