Lavinya Dergisi
GARİP BİR İSTANBUL GECESİTutsak kaldı dudaklarının arasında, Yüreğinin esaretinden kurtulamayan Seni Seviyorumlar.
Hayranı olduğum bu eşsiz şehir yine içini boşaltıyor geceye. Çok sinirlenmiş, üzülmüş ya da mutluluktan olsa gerek ağlıyordu yine. Ve ne zaman yağmur yağsa, bende eşlik ederim yalnız bırakmam sevdalısı olduğum memleketimin güzel şehrini. Penceremi tıklar yağmur. Seslenir bana ve başlar eşsiz güzelliğiyle. Sokaklar, sahil kenarı balıkçı lokantaları, bütün haşmetiyle dalgalar ve dipsiz bucaksız deniz… Yağmur içime işleyinceye kadar dolaşır dururum. Ta ki dinene kadar yağmur, sessizleşene kadar sokaklar ve susana kadar İstanbul. Uykunun en derin olduğu saatte-kimilerine göre en güzel- yine beni çağırıyordu gecenin bir vakti ya da sabaha karşı. Karanlığın bana oynadığı bir oyundu bu. Daha saate bakamadan mantomu ve atkımı alıp atmıştım kendimi dışarı. Karanlığın bana oynadığı bir oyundu sanki.Saat sabaha karşı beş ya da gece yarısı on iki olsun ne fark eder.Sokaklar ıslak ve İstanbul yine benimle. Eşsiz güzelliğiyle beni selamlıyordu gökyüzü ve inciden yağmur taneleri. Apar topar atmıştım kendimi her seferki gibi dışarı ve yine unutmamıştım şemsiyemi. Her seferinde unutmazdım ve hiç açılmazdı şemsiyem. İçime işlesin isterdim yağmur ve yine öyle olacaktı. Dışarı çıkalı yağmur gittikçe hızlanmaya başladı. Ne zaman en şiddetli haliyle yağmaya başlasa bilirdim ki çok sürmez dinecek yağmur ve sessizleşecek sokaklar. Yağmurun sesinden dinlediğim o eşsiz müzik ve bütün bu müziğe eşlik eden her şey; aç sokak köpeklerinin uğultusu, ateş böceklerinin vızıltısı, asi dalgalar ve uykusuz çocukların ağıt sesleri, hepsi susacak.Ve ne zaman başka bir şarkıya başlasa İstanbul yine beni çağıracak.Şimdi elimde şemsiyemle sokak lambaları patlamış karanlık sokaklarda dinlediğim müziğe yer yer eşlik ederek İstanbul’u geziyordum yine ve yine yapayalnız. Sahil kenarına gelmiştim ellerim cebimde, başım eğik ve bir şeylerin yokluğunu sırtıma yüklenerek, yüreğim meçhul bir asker gibi sanki bir görevdeymişçesine benden uzaklaşmış ve hala gelmemiş ve benden uzak bir diyarda yaşamakta. Derken bir banka oturdum. Yağmur tanelerine ve birbirleriyle kıyasıya mücadele eden, boğuşan, didişen dalgalara verdim gözlerimi. Ve içimden dalgalar ve yağmur taneleri üzerine bin bir hikaye...Yalnız değillerdi onlar, birbirleriyle didişseler de boğuşsalar da beraberdiler. Göğüs göğse omuz omuzaydılar. Bir savaşın en can alıcı yeriydi bu veya bir ailenin sohbet etme biçimi.Bir şeye benziyordu ama tek başına yapılmayan bir şeye… Yağmur taneleri de öyle. Hepsi aynı anda intihar etmiş gibi ya da hepsi özgürlüklerine yani okyanuslara, denizlere kavuşuyormuş gibi milyonlarca yağmur tanesi vardı ve hep birlikteydiler. Yağmur diniyordu. Yavaş yavaş sessizleşiyordu sokaklar. Bir adam beliriyordu karanlıkta. Tam olarak göremiyordum nasıl biri acaba? Neye benzer? Yaklaştıkça fark etmeye başladım. Üzerinde siyah bir mont ayağında yırtık ayakkabılarıyla bana doğru yürüyordu. Gittikçe bana yaklaşıyordu. İçimden bu adam in midir? Cin midir? Sarhoş mudur? Katil midir?... Gibisinden binlerce soru geçiyordu. Ve sanki adam bunları hissetmiş olacak ki korkularımla yüzleştirmek üzere yanıma doğru yaklaşıyordu.Birden başımı faklı bir yöne çevirdim.İlgilenmiyor ya da hiç umursamıyor gibi görünecektim ve o da gidecekti.Aynı zamanda içimden de acaba bu meçhul saatte hangi rüzgar savurmuş bu adamı, neden gelmişti diye sorular geçiriyordum. Az sonra gözlerimin kenarında bir siyahlık belirdi ve sessizce gelip oturmuştu yanıma. Bir süre ne selam ne sabah sadece oturduğunu hissediyordum yanımda ve nefesinin o uğultusunu rüzgar misali.Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu ve elindeki şişeyi yere bırakınca anladım ki bira, şarap ya da bir şeyler içiyordu, o an bilemediğim. Ben sustukça o da susuyordu ve az sonra ben “merhaba” demek zorunda hissettim kendimi. Halbuki O gelmişti, o selam vermeliydi diye de söyleniyordum kendime. İçimdeki korku, merak ve adını koyamadığım o tuhaf beklentiye rağmen. Ve dayanamayarak, sebebini anlamadığım bir ses tonuyla selam verdim o garip yabancıya. “Merhaba” dedim, ürkek bir sesle. Ve gerçekten bu ses bana mı ait bilemiyorum. Başını hafif hafif çevirerek ve gözlerimin içine bakarak, “Bana mı sesleniyorsun” diye karşılık verdi. “Evet…Elbette size sesleniyorum” dedim ince bir sesle. Sanırım ilk defa korkuyordum sokaktan. Yok! Yok! Sokaktaki bir adamdan. İçimden geçen duyguların tarifini verirken kendime… “Bana seslenen birinin sesini duymak, ne güzel!” dediğini işittim.Bu sefer bana bakmıyordu.Gözleriyle kaldırım taşlarında bir kusur ararcasına başını yere eğmişti bu cümle ağzından çıkarken.Ve birden bende, “Kendi sesimi bir başkasıyla paylaşmakta güzel!” dedim. Göz kapaklarını sıkıca kapadıktan sonra, kocaman açılan gözlerinde kıpkırmızı bir alev gördüm sanki, kızaran gözlerinin ıslandığını gördüm.Derin derin iç çekerek ağlayan bu adamla neden oturduğumu, ne paylaştığımı,neden konuştuğumu bilmiyordum.Ama bu her neyse sanırım yaşamak istiyordum.Açılmaması gereken bir yarayı açıyordum ve göreceklerimi de kabul etmiştim… “Bayım neden ağlıyorsunuz?” diye seslendim. Sebebini anlayamadığım yüksek sesimle. Sesimin yankısı sessiz sokaklarda vücut bulurken, sokağın sessizliğine karışan sesiyle hüngür hüngür ağlıyordu koskoca adam. Sabaha kadar art arda açılan yaraların tedavisine uğraşan iki cahil adamın sohbetinde ne çok yaram sarılmıştı…Ve sanırım yüzümde gördüğü mutluluk o siyah montlu yırtık ayakkabılı adamı da mutlu etmişti…Güldü…Güldüm…Gülüştük… Bir süre sonra güneşin en çok yakıştığı şehirde güneş henüz doğarken gökyüzünden, ilk defa yeni bir güne uyandığımı hissederek,aldığım nefesin ilk defa farkına vararak selamladım gökyüzünü….Sanırım bugün mutluydum.Bugün yalnızlık tahtını bir geceliğine de olsa terk etmiştim..İşte hayatın diğer yüzü…İşte yaşamanın en güzel günü dedim..Selamlayarak ayrıldım siyah montlu o garip adamın yanından.Ve O’nu bana gönderene binlerce teşekkür etim içimden… Az sonra yağmur başlamıştı…Gözlerimi kapatarak ve ıslıkla söylediğim şarkıları yakıştırarak yağmurun sesinden dinlediğim müziğe uzaklaştım kendimden…Uzaklaştıkça uzaklaştım… Aldığım nefesin tadına vararak ne güzel şey yaşamak dedim…Ne güzel…