Lavinya Dergisi
ALTÜST“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Arnavut kaldırımlı sokaklarında yürürken gecenin, nereye dönsem çıkmaz sokak… Bastığım soğuk taşlarında adım adım filizlenen, şefkatsiz kalmış çiçekler gibi boynu bükük… Sokak lambaları yanmıyor, usul usul duyuluyor ömrümün kırık bestesi ve arsızca vuruyor üzerine dört köşe yalnızlığın gölgesi... Avuçlarımda kocaman bir boşluk, parmak uçlarım yaralı, dilimdeyse özgürlüğe yakılmış bir türkü, karış karış dolandığım bir çerçevenin içerisindeyim. Hayat makası kesivermiş bir parçasını anlamsızlığın bulunmaz Hint kumaşından, özenle geçirmiş üzerine acı acı diktiği kader elbisesini. Karanlık, bulaşıcı bir hastalık gibi sirayet ederken yeryüzüne; sönmeye yüz tutmuş, titrek bir alevdi umut göğsümde. Zar zor seçilen ışığı yansıyor, ne kadar aydınlatabilirse o kadar işte… Yoksa üzerimizdeki gök, simsiyah… Kırıla kırıla, un ufak olmuş bir kalbin üzerinde yalın ayak… Boşluğa düşen tuz buz… Canına değen sırça batmaz mı hiç? Batar da saplanır derine, acıtmaz olur zamanla belki de. O çerçevenin içine neler sığmadı ki ve yine aynı çerçeveden neler çıkmadı ki? Hangi renkleri tutar bağrında siyah-beyaz bir resim? Hayat makası bunu da keser ve filme, kırpıp ucuz yollu, ikinci el kareler ekler. En acısı da kapalı gişe oynar ömrümüz, birbirimizden bağımsız… Döne dolaşa ezbere bildiğim bu yollarda, bir yere varamayıp kendime tosladığım sokaklarda, esaretten bir kaçış yolu bulunur elbet. O titrek alev güçlenir, ateş olur, parıl parıl parlar durur. Göğsümden göğe yol bulur. Ruhumu sıkıştıran kanalizasyon kapağı aralanıyor nihayet, baktım altından gecenin bekçisi Ay gülümsüyor, etrafında göz kırpıp duran yıldızlar beni selamlıyor. Karanlık üzerime çöktükçe yeraltında maviliğe uzanan bir gökyüzü görüyorum. Anlıyorum, hiç anlayamadığım kadar! Altüst olan dünya değil, bendim! Göğe veda edip yeraltının Güneş’i olmaya geldim. Açın kapıları! Bir düşten diğerine düşüyorum!