Lavinya Dergisi

KÂĞIT KOKUSU
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Dünyanın en güzel kokusu birine göre lavanta, diğerine göre sümbül olabilir. Bir başkasına göre de; elmalı tartın ve anne kekinin kokusudur elbet. Hatta pahalı parfümler, losyonlar, rujlar, şampuanlar, jeller, deniz, yosun, çimen… Eklenir listeye daha neler neler. Ben ise, ben kâğıt kokusunu tek geçerim. Hele bir kitaba veriyorsa sayfalarını, ararım önce o sevdiğim kahramanları. Açarım hatıra defterimin kilidini, önce bulurum Anna Karenina’yı. Dalarım onun derin hikâyesine, hissederim sayfaları çevirdikçe sızılarını. Sonra geçerim Gregor Samsa’ya “Bırak artık fedakârlığı…” diye kulağına fısıldarım ama o dönüştüğü böcekten vazgeçmez. “Ah Samsa!” olur son sözüm. Yürürüm Goriot Baba karşılar beni. Kızlarına olan sevdasına yeniden şahit olurum. Yalnız pansiyon odasında yarenlik eder, otururum başucuna, ölümüne üzülür dururum. Raskolnikov’un hayal ettiğim sesini duyarım kulaklarımda, hızla çeviririm kâğıdı ulaşırım romanına. Dönüştüğü insana tanıklık eder, yine de inanırım vicdan azabına. Jean Valjean’ın ekmek çalma suçundan çarptırıldığı kürek cezasında yanında kalırım. Sanki benim de acır ellerim, başını sessizce okşarım. Quasimodo çan çaldıkça sağır olsa da, tüm sesi işitir benim kulaklarım. Avuç içlerimle kapatırım. Emma ile çay içmek isterim, beklemem bahsi geçen yüzyıla giderim. Yazıldığı gibi kahramanım sadakatsiz midir bilemem. Bir an ruhumu daralmış hissederim. Çayı kasvetle bitiririm. Don Kişot’a koşarım. Komik, hayalperest, gözü pek bu adama başka bir hayranlık duyarım. Dük’ün kısa misafirlik teklifini okurum yeniden, hayran olurum gezgin şövalyeye tekrar ben. İnce Memed’i unutmam elbette atını Toroslara sürüşünü hatırlarım, silerim gözümün yaşını doruklarda dönüştüğü ateşe bakarım. Raif Efendi gelir aklıma, naifliği, sessizliği, dış dünyaya kapattığı karakterini anımsarım. Bir kadına duyguyu sevdanın hatırasını bağrıma basarım. Aşk’ı düşününce Romeo ve Juliet’in sayfasında soluklanırım. Onları hatıra defterimin en hüzünlü köşesinde barındırmışım sanırım. Ölüm getiren hançer gelir ciğerime, için için yanarım. Bazarov ve Arkadi, iki genç adamın öyküsünü ruhumda saklarım. Okudukça kuşak çatışmasının tohumlarına ulaşırım. Dalarım, kurarım, kurcalarım. Kapanır gözlerim. Ne çok misafir oldum, gezdim, düşledim ondandır yorgunluğum bilirim. Üstelik esnerim. Bugünlük bu kadar yeter der, defterimi kapatmaya niyetlenirim. Ama Küçük Prens’e merhaba demeden yatamam uykuya. Uğrarım kapıdan da olsa! Bıkmadan “Bana bir koyun çizer misiniz?” sorusunu yöneltir. Nazikçe cevaplar ve hiç benzemese de çizerim. Tüm kahramanlarıma selam söylerim. Kavga da etsem, bağrıma da bassam, çok sevsem ya da nefret etsem değişmez fikrim. Koku ah o koku!