Lavinya Dergisi
HAYALPERESTİN ACI GERÇEĞİ“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Yere yığılmış bir gökkuşağı gittikçe soluyor, kendini karanlığa teslim ediyor usul usul. Umut yok, renk yok, ışık yok… Ve tüm saatler suskun şimdi, akreple yelkovanın arasında sıkışmış bir hayal, kâbusa dönüşüyor göz kapaklarımın ardında. Siyah, simsiyah bir yer burası, beni de yutacak diye korkuyorum. Göğsümde büyüttüğüm bir düşün yine göğsümü ezen ağırlığı altında soluk soluğa uyanıyorum sonra. Belki de uyandığımı sanıyorum. Gerçek mi? O da duruyor yanı başımda, hayal meyal… Neredeyim ben? … Zihnimden geçen bulanık bir düşüncenin içinde buluyorum kendimi, yanıt yok... Kendi hayalimin içinde ayağım kaymış olmalı, gerçeğin sivri köşesine çarpmış olmalıyım başımı. Kan kokusu geliyor burnuma ama kan da yok… Sessizliği bölüp havaya karışıyor bu sefer titrek sesim: ‘Komada değilim ama yaşamak da bir tür iç kanama…’ Kendimden bir öteye geçip yine kendime bakıyorum. Acı, derin bir acı, tek hissettiğim bu… Acıyorum, acıyorsun, acıyor… Tüm şahıs ekleri doluşuyor üzerime. Hayır, hayır, masumiyetle suladığım bir düş bu kadar dikenli olup can acıtamaz! Haksızlık değil mi? Yukarıya çevriliyor gözlerim istemsiz, beyaz tavanın sinir bozuculuğu da devriliyor üzerime yetmezmiş gibi... Bir hamam böceğine dönüşüyorum o anda, kıpırdamadan duruyorum Samsa’ya saygı duruşunda… Her yer kararıyor yine, perdeler iniyor. Bu sefer kesin, oyun bitti! Duaya duracak ellerim titriyor… Sesim içime kaçmış… Tanrım duyuyor musun? Tanrı ve sanrı… Bir harf kadar uzak düşmüşlerken birbirine, hangisi gerçek, hangisi yalan? Bu hayal de ölüyor kucağımda, gerçek dediğinse can çekişen bir yanılgı… Hepsi bu! Bir’likte susalım…