Lavinya Dergisi
KAKTÜSÜN ÜZERİNDE AÇAN ÇİÇEK“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Göğün bir süredir soğukla yorgun düşmüş suretini yumuşatmak için düşmeye hazırlanan bir cemre öncesi, uzaklardan bir ilham perisi gelip konuyor parmağıma… Gelirken geçtiği yollardan hikâyeler taşıyor, ayaklarında o sarı-sıcak çöl kumu… Zamanı ve mekânı aşarak geliveriyor burnuma Orta Doğu’nun körfez diyarının kokusu… Gözlerimi kapıyorum biraz, hem büyülü gerçekleri görebilmek için bazen gözlerimizi kapatmamız gerekmez mi? Aklımdan geçenleri askıya alıyorum o an ve ilham perisinin ellerine bırakıyorum kendimi, ellerimin üzerinde kendine has müziği eşliğinde dans ettiğini hissederek… Gözlerimi açtığımda kaktüsümle bakışıyoruz sessizce ve birbirimize göz kırpıyoruz. O göz kırpışımızın içine bir hikâye sığıyor ve yüzümüze baharı müjdeleyen bir cemre düşürüyor. Böyledir işte… Bazen gökten düşüverir önünüze… “Sebebini bilmeden senin çok gitmek istediğin bir yer oldu mu? Çoğu için pek cezbedici olmayan bir yere sen gönülden bağlanıverdin mi hiç?” Tam da böyle başlıyor ilham perisi söze… Koca dünyayı sırtlamış Atlas’a selam durarak bu sefer Beyrut’u düşürüyor hikâyenin kalbine… Sebebi yok, bazen sadece görünmez bir bağ kurarsın, tohum olur düşer toprağına, zamanla zamanı aşarak kök salar ve kendini sana sıkı sıkı bağlar. Anlam veremediğin ama göz ardı edemediğin bu bağa sahip çıkarsın, “Onca yer arasından neden Beyrut?” soru işaretleri arasında… Dudaklarının arasından “Bilmem” sözcüğü dökülüverir ama ruhun, derinliklerinde cevabı bilir. “İstiyorum.” dersin ama sebebi sadece zamanı geldiğinde kendini gösterir. Ve sonra günlerden bir gün, beklemediğin bir anda cevap da önüne düşüverir… Belki de bir çiçekçinin önünden geçerken gördüğün, üstünde minicik çiçeğiyle bir kaktüs hatırlatıverir ve anında çekip alır ruhunun derinliklerinde yatan cevabı. “Bu yüzden Beyrut. Norveç bir demet gül, nereye baksan güzellik. Ama Beyrut kaktüsün üstünde açan çiçek misali saf, az, dikkat çeken güzellikleri barındırıyor içinde bir yerde, onu bulunca da en kıymetli güzellik o oluyor.” İlham perisi böyle fısıldamıştı kulağıma, gözle değil öz’le bakmayı hatırlatarak… Bakmanın ötesine geçerek görmekti bu. Görebilmek… Yüzeysel değil, derinden… Gördüğünü anlamlandırabilmek… Bir şekilde bağ kurduğuna sahip çıkabilmek… Zihnin dikenli seslerinden arınıp, ruhun çiçekli sesini dinleyebilmek… Kaktüsün üzerinde açan çiçek, bunca gül arasında sen nasıl da kıymetlisin! O yüzden Beyrut deyince dikenleri arasında çiçek açabilen kaktüs yüreğinizde yer etsin, kaktüs görünce de aklınıza hep Beyrut gelsin. Görebilene, anlayabilene ve sahip çıkabilene selam olsun! Ve gökten üç elma düşsün şimdi: Biri kendine has güzelliğiyle Beyrut’a, Diğeri Beyrut’tan adını alan minik kaktüsüme Sonuncusu da parmağıma konup bize bu hikâyeyi anlatan ilham perisine… Not: İbrahim Maalouf’tan büyüleyici ezgisiyle Beirut’u dinleyebilirsiniz tabi ki ama benim başka bir önerim olacak. Tesadüf müdür bilinmez ama bu şarkının sözlerinde Beyrut için “Zamanının çiçeği” (زهرة من غير أوانها) ifadesi geçiyor. Yazıyı yazdıktan sonra fark ettim ve yüzüme düşen cemre daha da aydınlandı. https://www.youtube.com/watch?v=_B1JMNRw6sE