Lavinya Dergisi
GÜNE DAİR: ANLAM-SIZ“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Takvimde asılı duruyor anlamsızlık ve her günün boynundan geçiyor o ağır ilmek... Bulutların ardından göğün siyah perdelerini açarak kendini gösteriyor Güneş ve yine aynı gökte rolü bitince perdelerin arkasına çekiliyor usulca. Bir gün daha bitiyor işte, bir idam böyle gerçekleşiyor. Her gün… Yine… Yeniden… Anlam yüklemeye çalıştığın ne varsa solup gidiyor, teslim ediyor kendini çorak toprağa. Anlamsızlığın tohumu çatlıyor ve her gün usanmadan, her birimizin penceresinde duran saksıda çiçek açıyor… Yine öyle bir gün… Pencere kenarındayım, ruhuma çıplak, ömrümün kıyısındayım… Gözüm yükseklerde, içimdeki anlamsızlığa bir anlam arayışındayım. Aceleci bir ressamın tamamlamayı unuttuğu bir tablo gibi duruyor gökyüzü bugün. Ne maviliğin parlaklığı var ne de bulutların beyazlığı… Göz kararı belirlediğim bir çerçevede çektiğim fotoğrafı asıyorum zihnimin boş bir yerine ve o fotoğrafın karşısına geçip soruyorum: “Hiçbir yere oturmayan bir hava, nasıl sığsın benim göğsüme?” Cevap yok. Sorularım bir süredir cevapsız… O yüzden artık soru sormak da anlamsız… Zihnime astığım fotoğraftan kafamı kaldırıp tekrar bulutlara bakıyorum bir umut, kalitesiz bir silgiden geride kalan izler gibi belli belirsiz saçılmışlar etrafa. “Anlamsız” diyorum, “bulutlar da bugün çok anlamsız!” Bulutlara bile anlam yüklemeyi seven ben daha büyük hüsrana uğruyorum, hiçbirini bir şeye benzetememek onların suçuymuş gibi dudağım bükülüveriyor. İçime çektiğim bir nefeslik havayı sığdıramadığım göğsüme, devasa bir sıkıntıyı sığdırıveriyorum, hayat işte. Fizik kuralları işlemiyor yaralı bir yüreğe, bir kez daha idrak ediyorum. Bu idrak edişin esintisi çıplak ruhumu üşütüyor. Ne kadar çok anlam yüklemeye çalışmışım göğe. Tüm dünyayı sırtında taşıyan Atlas’ın yükünü arttırmışım bilmeden. Bir vicdan sızısı… Bir kalp ağrısı… Göğsümü zorlayan derin bir nefes… Ve ruhum titriyor… Sözlerini anlayamadığım bir dilde uzaklardan kopup gelen bir müzik şefkatle el atıyor omzuma, önce melodisiyle irkiliyorum ama saniyeler içerisinde başımı ona yaslıyorum. Anlayamadığım sözleri üzerime seriliyor. “Anlayamamak bazen ne kadar da anlamlı” diye bir düşünce geliyor zihnimdeki fotoğrafın yanına… O belli belirsiz bulutları alıp göğsüme bastırıyorum. Sarılıyoruz… Güneş sahneden inmeye hazırlanmış… Nefesimin pencereye bıraktığı buğuda kayboluyorum bir süre, vakitten habersiz… Siyah perdeler çekiliyor göğe… Bugünün de boynundan geçiyor o ağır ilmek… Parmak uçlarımdan dökülen bir kelime asılıyor camda: Anlam-sız… Ve siyah perdeleri çektiğim pencere kenarında kalıyor yalnız… Not: Uzaklardan kopup gelip şefkatle omzuma el atan şarkı budur. Belki ihtiyacınız olduğu anda sizin de omzunuza el atar. https://www.youtube.com/watch?v=d2SNX3bfYKw