Lavinya Dergisi
YEDİ YIL UĞURSUZLUKDünya; Güneş Sistemi’nin Güneş’e en yakın üçüncü gezegenidir. İşte bir tanım. Devam edersek; Dünya nüfusu her yıl bir önceki yılı geçerek katlanıyor. Farklı milletler, kara, deniz, ada parçaları, dinler, diller. Farklılıklara rağmen insanlar tuhaf batıl inançlarda buluşuyor. Baget ekmeğin masaya ters koyulması, denizci şapkasının ponponuna dokunulması, su bardağı ile kadeh kaldırılması, Salı’nın uğursuz gün oluşu, kara kedi görmek, merdiven altından geçmek, arkadaşına çiçek verirken tek sayı olması, kırık porselenlerin saklanması, kulağı çekip tahtaya vurmak ve ayna; ayna kırılmasının yedi yıl uğursuzluk getirmesi. Tam bir bam teli! Aynaları sevdiğimiz için mi? Bilinmez. Yedi yıl uğursuzluk kimse istemez. Lakin derine inilmesi gerekirse temelinde fakirlik yatar inancın. Göllerde, su birikintilerinde kendini gören insan şaşırdı, gördüğünün ruhu olduğuna inandı. Bronz, altın gibi maddelerin eritilmesi ve parlatılması ile ayna elde edilmeye başlanınca, ruhlarının da öldüğüne üzüldü kırıldığında. Ölen kişinin ruhu ancak yedi yıl sonra yeniden gelecekti. Fısıltı ile bunu yayanda hizmetçilerinin bu değerli eşyayı dikkatle temizlemesini isteyen ev sahipleriydi. Nasıl olur da evlerine uğursuzluk gelirdi? Pahalı aynalarını kıran, sadece evlerinde çalışan o kişiydi! Bu ne cüretti! Ayna deyip geçmemek gerekti. Söylentiler kulaktan kulağa, nesilden nesle gitti. Efendim ayna kırdığı için evlenemediğine inanan hanımlar, gece aynaya bakınca çirkin göründüğüne inanan beyler, kırılan parçaların güneye doğru akan bir ırmakta yıkanmasıyla kötü şansın yok olacağına inanan nineler de türedi. “Bebek aynaya bakmasın, bakarsa deli olur!” diyene bile rastladık. Sonra bir kulp bulduk. “Cam kırılınca nazar çıkar.” cümlesini de okuduk. “Ayna, ayna güzel ayna, benden güzel var mı bu dünyada?” kelimeleri fırladı bir masalın içinden. Kırdık ya da kırmadık; biz de inandık veya inanmadık yedi yıl hikâyesine. Pamuk Prensesle başladık, bal kabağı ve Külkedisi ile devam ettik dinlemeye. Sevdik, sevmedik, saatlerce bakıştık onunla, sonra sildik parlattık; biz de astık evimizin her bir yerine. Ama öğrendik ki ayna gibiydi hayat; küsersen o da sana küserdi. Uğur ve uğursuzluk! Hepsi sendeydi! Kabahat; ne şapkada ne kara kedide ne de aynadaydı…