Lavinya Dergisi

YILDIZ MEZARLIĞI
Gülşah DEMİRCİ

“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”

Takvimlerdeki sayıların değiştiği yeni bir gün sızıyordu penceremden içeri, kapalı perdelerimin ardından sızabildiği kadar… Bir sokak lambası aydınlatıyordu yeryüzünü boğan karanlığı. Evler çoktan uyumuştu, ayık olansa gecenin sessizliğiydi… Saatin epey ilerlemesine rağmen ben de daha uyumamıştım. Uyku tutmuyordu bazen, geceyi dinliyordum ve o gece ki birçok masal anlatıyordu bana. Bonkör bir hikâyeciydi gece, siyah heybesinden çıkarttığı kara masalları uzatıveriyordu kendisini dinleyene. İşte öyle bir gece, yatağıma gitmeyi tercih etmeyip kıvrıldığım kanepemden bana anlatacağı masalı bekliyordum. “Çift kişilik yatağın duruyorken kanepede ne işin var, rahatça yatmak için biraz dar değil mi?” diye konuştu sessizlik. “Çift kişilik yatak daha dar geliyor bazen, itiraf et!” diye de kendi sorusuna kendi cevap vererek sürdürdü konuşmasını. Huzursuzca kıpırdadım yattığım yerde, sessizliğin ağzından çıkan cümleler kısacık bir anda büyüyüp büyüyüp devleşmişti ve göğsüme çöreklenen bir karabasan gibi beni rahatsız etmişti. Böyle yapardı gecenin sessizliği… O başka sessizliklere benzemezdi, zihninin kuytularından, kalbinin saklı odalarından geçenleri okur, ona göre konuşurdu. Onun karşısında sadece susardın. Ben de sustum ve dinledim… “Yıldızlardan bahsetmek istiyorum sana. Hani için sıkıldığında kaldırıp başını baktığın, sana göz kırptıklarına inandığın yıldızlardan… Gökyüzüne giydirdiğim siyah saten elbiseye sim gibi saçılmış yıldızlardan… Göğün yüzü, iki yüzlüdür, insanı hep kandırır. Hele benim hüküm sürdüğüm zaman geldiğinde, Dünya Güneş’ten yüz çevirdiğinde bunu daha ustaca yapar. Bir filmden duyduğum sözleri iyi dinle: ‘Bir zamanlar bir filozof sormuş: Yıldızlara baktığımız için mi insanız yoksa insan olduğumuz için mi yıldızlara bakarız? Aslında anlamsız. Yıldızlar bize bakar mı? Esas soru bu.’ Ah, o romantik anlamlar yüklediğiniz yıldızlar! Çoğu birer ölü! Yıldız mezarlığından öte değil şu gökyüzü… Ölü yıldızların ışıltısına kandınız hepiniz… Zarlar hileli, zamandır en büyük hilesi…” Penceremden yavaş yavaş sızmaya başlayan gün ışıkları ile sesi kesildi gecenin sessizliğinin… Yüzüme tokat gibi çarpmıştı sessizliği, beklediğim uykumu da beraberinde götürmüştü. Duvarlarıma astığım yıldızlara baktım, gün ışığıyla beraber yanan ışıklarının rengi biraz solmuştu. Kıvrıldığım kanepemden doğruldum, elim prize gitti, fişi çektim ve yıldızlar söndü… Ve sessizliğin bahsettiği filmden bir cümle de benden döküldü: “Kalbi kırık hiçbir yıldız parlayamaz.” “Ve günaydın, yıldız mezarlığı gökyüzü!”