Lavinya Dergisi
İLK YAZ(IM)Güne diğer günlerden farklı uyanmıştım. Bu hissin bilincinde olan ruh halim kıyafetlerimi giymeden önce bana bir şeyler anlatıyordu. -Hadi bugün bir farklılık yap ve perdeni çekip camı aç. Ciğerden çek şu nefesi artık ve şu karşıdaki dalda sana bakan tek derdi belki de yemek, içmek ve yavrularına yiyecek götürme derdindeki serçeye gülümse. Sen de artık dünyadaki yaşantının sana getirdiği olumsuzlukları düşünmemeyi öğren. Ertelemesen de rafa da kaldırmasan da artık kendine mutlu bir gün hediye etmenin vakti gelmedi mi? Öyle de yaptım. Temiz havayı bronşlarıma balonu şişirir gibi hapsettim sonra usul usul saldım. Dolabımı açtım farklı kıyafetler seçtim her zamankinden tamamıyla değişik ve rengârenk. O güne kadar ne zaman bir mağazaya gitsem ki artık o betonarme ve insan yığınının ortasında kendimi siyahın tonlarına büründürüp gezindiğim alanlar beni çok rahatsız ederdi. Hayatımın, yaşam denen tadı kalmamıştı ya da ben onu oraya hiç koymamıştım. Hep karamsar yanımdan ötürü siyah ve gri aşığıydım. Rengârenk kıyafetlerimin altına giyinebileceğim yine renkli, üstü kurdeleli uzun zamandır giyilmemiş tozlu pabuçlarıma uzandım. Ne kadar da tozlanmıştılar. Fırçaya uzandım. Sağlı sollu fırça darbelerini pabuçlarıma değil de ömrüme sallıyormuşum gibiydim. Gamzelerimin arasında anlamsızca gülümsemeler. Elimi yüzümü yıkamaya giderken şarkılar mırıldanıyor, aynaya kur yapar gibi hallerim ise bana başka bir bene bakıyormuşum gibi gelse de ben, bendeki bu beni çok sevdim. Bu benim ilk yazım içimi ısıtan. Uzun yıllardır oturduğum evin cıvıl cıvıl kuş sesleriyle titreşen, rengarenk çiçekleri ve mis kokan hanımelinin güneş ışıklarının yumuşatıcı etkisinden kurtulamayıp kokusunu saldığı o saatlerde kendimi tıktığım sekiz metrekarelik odanın camını izlerken buldum. Ne kadar yazık etmişim. Beni bu hayattan bu kadar soğutan neydi? Cevabı ne olursa olsun hiçbir şey buna değmezdi. Ben aslında bugün yeni bir güne değil de kendime uyanmış, ruhumu da bu defa bedenimle beraber uyandırmıştım. Yoksa ruhum mu beni uyandırmıştı. Tamam, korkmayın sadece bir şakaydı başa sarmayı hiç mi hiç düşünmüyorum. Baştanbaşa zambakların, güllerin, hanımelinin, limon ağaçlarının olduğu ve sağlı sollu müstakil evlerin bahçelerindeki zeytin ağaçlarını izleyerek varmıştım. Babamdan daha çok dedemle beraber gittiğimiz bir nevi artık mahalle yadigârı diye tabir edebileceğim bakkalın önüne; ‘’Bakkal Hayri’’. Dedem ben henüz küçükken Hayri Amca ile hep tavla atardı atışmalar içinde. Pencüse severler güzeli gencüse. Kırlaşan bıyıkların utangaç gülüşlerine karışan kahkahalar. Geçmişi yad edince aslında içim burkuluyor. Bir daha geri gelmeyen zamanı zamanında yaşamak varken. Kendimizi hiçbir şey için hapsedemeyiz, etmemeliyiz. Hayat akıp gidiyor önümden, önünden, önümüzden... Sen renkli pabuçlarla yürüsen de yürümesen de. Bakkalın içerisindeki tahta raflar yerini demir profillere, kürsüler sandalyelere, birçok eski marka yerini daha önce hiç görmediğim markalara, asma yapraklarının dibinde oturduğumuz gölgelik alan artık doğallıktan uzak bir tenteye bırakmıştı yerini. Bir an gözüm camekana takıldı. Hayri Amca’nın vefatından sonra olacak ki ‘’Bakkal Hayri’’ yerini Mert Market’e bırakmıştı. Hepimiz zamanın getirdiği dönüşüme tutunamayıp her anlamda emekliye ayrılacak bedenler gibiydik; meslekler de değişecekti elbette. Hiçbir şey keyfimi kaçıramazdı. Hayatın tek mevsimselliğinden çıkıp, kutup noktalarına, buzul çağlarına veda edip kendimdeki ilk yazımın sıcaklığını iliklerime kadar hissedecektim. Zira önce içimdeki tutkunun ne istediğini tam olarak öğrenmem gerekiyordu. Ne istiyordum? Önce kendimi anlatmam gerektiği kanısına varmıştım. Adımın gizemli haliyle yaşanmışlıklarımı anlatan hikâyemle başlamalıydım. Konuşacak kadar yetenekli ve sağlıklı değildim. Engelimin engel olmadığını kavramakta zorlandığım, mevsimleri defalarca geride bıraktığım ve zamanın geride sahipsizce bırakılamayacak kadar değerli olduğunu siz, beni okuyanlara bildirmek için yazıyorum; Bu benim mevsimsel ve ruhsal dönüşüm:‘’BU BENİM İLK YAZ(IM)’’