Lavinya Dergisi
BİR AYRILIK, BİR YOKSULLUK, BİR ÖLÜM...Ben zerre koymamışken ağzıma bu meretten, Neden bu kadar sarhoşum şehrinde, Aşkından mı? Yoksa vuslata kavuşmayan bakışlarından mı?
Elimde kalan kerpiçle yapılmış bir evin önünde top oynadığım fotoğraflar. Çocuktum, her şeyden habersiz sadece mutluluğun olduğu bir dünyaya inanarak ve tek derdi akşam ezanıyla eve girmek olan bir çocuk. Bir gün bir kamyonet gelip de yanaşınca anladım evimizin önüne, çocukluğumun geçtiği bu köyden, bu evden ayrılık vaktiydi. Gençtim, kanım deli akıyor, kendim yerimde duramıyordum. Hep çalıştım bir şeyleri başarabilmek için. Şehrin sokaklarını ezberledim. Yeri geldi meyve sattım, yeri geldi garsonluk yaptım. Köyden şehre yaşayabilmek için gelmiştik, oysa yoksullak da kaderdenmiş. Acı da olsa öğrendik. Hayatı tam anlamıyla anlamam ellili yaşlarıma denk vurdu. Hayat aslında bir savaş, ne kadar denersen dene senden güçlü birini asla yenemezsin. Hayat hep bir adım öndeydi benden, hep biraz fazlaydı darbeleri bana. Çocuktum, köyümü evimi aldı benden. Gençtim hayallerimi, damarımda gezinen deli kanımı aldı benden. Tam bir şeylere yeniden dedim, onda da duygularımı çaldı benden. Aşkı, sevgiyi buldum derken ölümle tanıştırdı beni. İçimde kapanmaz bir yara açıldı. Karacaoğlan'da boşa söylememiş sözünü, içimde biraz duygu kaldıysa eğer o da yitirdiklerime kaldı. Dosta kardeşe hasret, sevgiye aşka özlem kaldı. Bunlardan geriye ne kaldı derseniz; Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir de ölüm kaldı...