Lavinya Dergisi

DÜNYA İNSANI
Gülşen SARIGÖL

"Yazdığın her harf,yazabildiğin her kelam ölümün elinden kurtardığın serçe kuşudur ve serçe telaşlı değilse öldü demektir"...diyerek kalemini kağıtla buluşturmuş milyonlarca insandan sadece bir tanesiyim...

Doğan güneş, yerini siyaha ve siyahla birlikte ortaya çıkan yıldızlara bırakınca ömürden gün adı verilen bir zaman dilimi daha siliniveriyor. Her gün yarını saklarken bünyesinde yerine koca bir dün bırakıyor. Dün, içinde bulunduğu gün ve yarın arasına sıkışmış insan ise günlerin heybesine yükledikleriyle düşe kalka yol alıyor kimi zaman bilinçli, çoğu zaman bilinçsiz. Sayıları kanımca az olsa da heybesinde mutluluk, sevinç, tebessüm biriktirenler de var; sayıları fazlalığı kapsayan heybesi acıyla dolu olanlar da. Aynı zaman diliminde yaşayan farklı insanların farklı anları. Kiminin bir an önce bitmesini istediği o an, bir diğeri için alınıp cam fanusa konulacak ve bir ömür saklanacak o an. Zıtlıkları kapsayan bu anları ortada birleştiren ise bâkilikten uzak olup faniliğe olan yakınlıkları. Diyor ya şair: Demine demlenip olma mağrur, gamına gamlanıp olma mahzun. Ne dem bâki, ne gam bâki. İnanan ve inanmayan her canlı için hayatlarının nirvanası olan ölüm gelinceye kadar hepsi ayrı koşuşturmaca içinde kendilerine ayrılan süreyi doldurma peşinde farkında olmadan. Canlıların en mükemmeli olan insan ise her eyleminde faniliği ile baş başa kalıyor aslında. İçinde bulunduğu anda, insan ne yaşarsa yaşasın, elbet ileriki bir zaman diliminde yaşadığını dünde bırakıveriyor. Pamuklara sarmak istediği mutluluklarını, gözlerini nemlendiren acılarını bir bir dünde bıraktırıyor ruhundaki alışmak eylemi. Ah bu alışmak insanı ruhundan çalıp dünya insanı yapıveriyor. Dünya insanı; ruhlarını tozlu raflarda unutmuş bedenleriyle yeryüzünü adımlayan insanlar. Onlar ki ruhlarını gezdirmeyi bilmeyenler; çoğunlukla biz, hepimiz. Dünyada yaşayıp da dünyadan kopamayalar. Olmak isteyip de olamadığımız bir yer, görmek isteyip de göremediğimiz bir insan, kalbimizin içine hapsettiğimiz kelimelere dökemediğimiz bir cümle bizi dünya insanı yapıyor işte. Bastırıp ruhumuzu, aldatıyoruz bedenimizi. Ruhu bastıran da bedeni aldatan da yine aynı ruh ve bedenin sahibi. Kendimizi kendimiz çekiyoruz sineye. Onu biz susturuyoruz duyabilmek için dünya insanının sesini. Ellerimizle örüyoruz kendimiz için demir parmaklıkları ve kendimizi alıp koyuyoruz o hapishanelerin içine. Sonra bir şikayet halidir başlıyor; sürekli dem vuruyoruz; yaşamdan, insandan. Her şeyi eleştiriyor ama eylemsiz bir şekilde kabul ediyoruz. Hazır bilgiler hoşumuza gidiyor, beyinlerimiz aman yorulmasın deyip sadece bize sunulanı alıp onu kabul ediyoruz. Tüm bu yaşanmışlık ve yaşanmamışlıkların gölgesinde kalan o "an" ise öylece tükeniyor. Her birimizin muazzam şekilde farklı olduğu dünyada bizi aynı noktada birleştiren nefes alıyorsak, içinde bulunduğumuz andır. O anlar hatırlara dönüşsün sevgili okur, öylece geçip gitmesin, heybemizi bayram ettirsin. Hadi bugün bir adım at ve "an" da kal.