Lavinya Dergisi

DAHA
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

İnsan; doğdun, kundaklandın, emekledin, yürüdün. Seyyah oldun, yola revan dedin. Arif beden, şükreden kalp, üreten beyin, zikreden dili kattın hanene. Gülü dikeniyle, dostu derdiyle sevdin. Nice gecenin sabaha bağlandığını gördün. Fil kadar ağırlaştı dertlerin, kimi zaman kendini karınca misali küçük hissettin. Ağladın, kâh seslice, kâh attın derine. Sen de herkes gibi onca imtihandan geçtin. Kor düştü yüreğine, sustun. Bir çare diledin, dua ettin. Bilemedin, bazen isyana geçtin. “Haydi yola devam.” dediğin anda, durdun bir pınar başında, kana kana su içtin. Bir yar düştü gönlüne, hatasıyla, kusuruyla kabul ettin, muhakkak ki sevdin. “Zalim olma!” dedi sana inandığın hak. Olmamak için yaşatılanları kimi kez görmedin, duymadın, bilmedin. “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emredildi. Okudun, irfan öğrendin. Susmanın en büyük kelam olduğunu anladığın an, az piştin. Nefsini bildin. Ahının sessizce yerine geldiğine şahit olduğunda belki şaştın ya da “Ah etmeseydim keşke.” dedin. Yoruldun yolda, mum misali eridin, üşüdün. Mevsim değişti oysa. Dört mevsimle senin de değişti uruban. Çul giydin, ipek giydin, yün giydin. Yar yahut yarenken; ana, baba sıfatını göğüsledin. Evlat dedin, cennet kokusunu bildin. Yolda acıkmadan olur mu? Aş yedin, paylaştın gördüysen nerede aç; ekmeğini, çorbanı. Çoğaldı sefer tasın böylece, Halil İbrahim bereketini seçtin. Adım attıkça güneşi hayal ettin, sisi görünce durdun bir bekledin. Geçmeyince pus; düşündün derinden, gelecek bilinmezdi, geçmiş değiştirilmez. Koştun bu defa sisin içinden geçtin. Kaderini böylece kabul ettin. Az daha piştin. Kadife kutuyu çıkardın cebinden, saçtın içindeki incileri her bir yetime, hafifledi yükün. Daha da hızlandı bedenin, içten sevinmişliklere gebe. Çıkmaz sokaklardan döndün, taşlı vadilere geldin. Yol, yol bitmedi. Uzun, sancılı, perdeli, karanlık, aydınlık menzil. Durmadın yürüdün. Yer yer hüzünde getirdi. Can bildiklerine veda busesi verdin. Uğurladın sonsuzluğa. Düştün, kalktın tuzaklara. Niyet ettin, titizlendin, yaş aldıkça anladın her şey zamanında. Ne bir salise erken ne de geç olur bu yolda. Kusur örttün, belki örtemedin. İftiraya uğradın, senin de yapıldı, sayısız dedikodun. Hatırlattın kendine “Ben bu yolda az ya da çok ama piştim.” Çünkü sen “Herkes kendi amel defterini doldurur.” cümlesini kuracak kıvama geldin. Çürük elma gibi ayırdın onları, kapattın kulağını, seni yarı yolda bırakmayacakları duydun sadece, sen de sesini bazılarına seçerek dinlettin. Başını dik tuttun. Aşırılıktan uzak durdun. Bir soluklanmaya oturdun manzarada. Baktın öylece dağa, bayıra. Yol var, yol dikenli telli, yasemin kokulu, inişli, çıkışlı buraya kadar öyle geldin. Kalktın yine revan oldun ona. Ucunun nereye varacağını değil, niyetinin temizliğinden eminsen attın bir adım kışa, bahara. Yazdın aklına iyice, yetmedi, her adımda hatırlat kendine kul dedin fısıltıyla, “Hamdım, piştim, bitmedi pişeyim daha ve daha.”