Lavinya Dergisi

ANORMAL
Gülşen SARIGÖL

"Yazdığın her harf,yazabildiğin her kelam ölümün elinden kurtardığın serçe kuşudur ve serçe telaşlı değilse öldü demektir"...diyerek kalemini kağıtla buluşturmuş milyonlarca insandan sadece bir tanesiyim...

Normal olmayan, normal olanın dışında. Nedir peki normal olan ya da normalin karşısındaki anormal olan? Anormal bir durum, anormal bir olay ya da kulaklarımızın oldukça aşina olduğu bir tabir: anormal bir insan... Nedir ki bir insanı anormal yapan? Acaba hangi değeri, hangi davranışı veyahut hangi huyu onu normal insan kategorisinin dışına çıkarıp da normal dışı yapmıştır? Bu soruları ve bu sorulara verilebilecek cevapları düşününce insan tek bir soruya odaklanıveriyor: Kimdir normal insan, nedir normal olan? Beni ben yapan değerlerim benim normalimdir düşündüğümüz zaman. Benimseyemediğim, doğrusuyla yanlışıyla benliğimden uzak tuttuklarım ise benim anormalim oluveriyor doğal olarak. Bir insanı normal yapan değerleri aslında bir diğer insanı anormal yapan değerlerdir. Birisi için normal olanın bir başkası gözünden anormal olması da sanki çok da kabul görecek bir olgu değil gibi. Normal olarak adlandırılan ben isem, benim doğrularım benim yanlışlarımdır normal kabul edilenler. Benim normalliğim bir başkasını anormal yapar çünkü onun doğruları, yanlışları, değerleri de kendi normalidir. Ve bu iki cümle olanca tezatlığı ile anormal insan kavramının ne denli yok olduğunun kanıtı. Her şey normalin dışında seyredebilir belki ama insan için anormal kelimesi ayağına takılan bir prangadan ibarettir kanımca veyahut göğsüne kazınmış kızıl bir damga. Bilmiyorum, diyebilmenin erdem sayılacağı bu devirde herkes kendinden öte her şeyi bilme peşinde. Kendinden başka her şeyi, herkesi eleştirme konusunda herkes uzman. Aslında kimse kimseye de karşı değil, ama insan bu ya herkes kendinden yana. Birçok şeyin irademiz dışında gerçekleştiği dünyada, birçoğumuzun derdi hep bir başkası. Hatta bazen öyle abartı boyutunda yaşıyoruz ki bunu başka hayatlara yetişmeye çalışırken, kendi hayatımızın gölgesinde buluveriyoruz kendimizi. En ufak bir örnekle, 25 yaşında evlilik yapmış bir insan için 40 yaşında evlenmeye hazırlanan bir insan anormal insan olarak kabul edilip, bizden değil damgasıyla ötekileştiriliyor. Halbuki bir de 40 yaşında olana odaklanmak lazım, tüm çıplaklığı ile hayatına bakıp onu 40 yaşına kadar sadece kendisiyle yaşatacak kadar güçlü sebeplerini bilmek lazım. Anormali normal yapacak olanın sadece baktığımız pencere olduğunu idrak edebildiğimiz ölçüde daha bir yeşil olacak aslında gönlümüz. Kendi değerlerlerimizi, tüm varlığımız ile kendimizi bir kenara koyup onun penceresinden seyredebilsek manzarayı, ya da onun giydiği ayakkabılarla onun yürüdüğü yollarda yürümeyi hayal edebilsek. Diyor ya Hz. Şems " Senin gönlün değişirse dünya değişir ". Bir şeylere yüklediğimiz anlam, onların başına getirdiğimiz niteleme sıfatları tamamen bize ait. Bir şeye ne kadar anlam yüklüyorsak o şeyi kaybettiğimiz zaman o kadar üzülüyoruz ve aynı şekilde hayalini kurduğumuz şeye yüklediğimiz anlam ne kadar büyükse, gerçekleşen hayalin yaşattığı sevinç de o kadar büyük oluveriyor. Dışımıza taşırdıklarımız içimizin aynadaki hali, testide ne varsa dışarı o sızar misali...Tabi ki insanın kendini bir kenara koyup, tüm görüş duruluğu ile karşısındakine bakabilmesi ve onu görebilmesi oldukça zor ama insan olabilmenin en büyük yanlarından biri de bu. Bunu yapabildiğimiz ölçüde kuvvetleniyor insan yanlarımızın adını bilmediğimiz noktaları ve bunu yapamadığımız ölçüde kendini büyütüyor benliğimiz. Sonra kocaman bir "ben" oluveriyoruz. Dünya sadece bizim etrafımızda dönüyor inancı yaşamdan, insanda, gerçek olandan bizi koparıp bir bilinmezliğin içine atıveriyor. Ve orada adı olmayan biri olup kayboluyoruz ,hiç vâr olmamış gibi.