Lavinya Dergisi

B'İZ
Gülşah DEMİRCİ

“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”

Yaslanacak bir omzu olmayanın bir kalem olur bazen, en sağlam dayanağı… Kalem güçlüdür ne de olsa, sen onu değil, o seni tutar. Parmaklarının arasındayken her şey ama her şey sanki onun küçük ucunun içinde saklıdır. Düşününce kalemin yükü, Atlas’ın sırtındaki yükten de ağır… Bir ayna gibi yansıtır ne varsa içinde, parmak uçlarından dökülüverir önüne. Tanıdık, tanımadık tüm o kelimeler aniden düşürülen bir cam kavanozun içinden etrafa saçılan bilyeler gibi parıl parıldar, kömür karası yazgılarından bihaber… Bir zaman yolcusu gibidir kalem; geçmiş, şimdi ve gelecek hükmünü delip geçecek kadar sivri… Anlatacakları çizgi çizgi yayılır, harf harf işlenir kâğıttan bir gergefin üzerine… Ne yelkovana bakar ne akrebe aldanır… Bazen dil susar… Gözler susar… Hatta titrek bir mum ışığının altında tek başına dans eden o kara gölge de susar… Bir ayağı çukurda, o sallanan masa da utanır, ses çıkaramaz olur. Meyus bir sükutun en gürültülü hâli, minicik bir dokunuşla başlar. O istek, parmak uçlarında gezinir. Ve sonra küçük bir noktayla bağlanır birbirlerine bir kâğıt ve bir kalem. Bembeyaz teni, pürüzsüz… Serilir önüne, kaleme yaren olur. O kâğıdın ak gerdanındaki şefkate tutunur da o kalem, konuşur da konuşur... Sen dolu bir kaleme yaslanırsın ve yaslandığın kalem, boş bir kâğıdın kucağına bırakır kendini. Araya bir ‘ve’ eklenir, her şey kuvvetlenir, daha da çoğalır. Büyüyen sessizlikte bazı şeyler daha iyi anlaşılır. Ben ve kalem… Kalem ve kâğıt… Günlerden bir gün Aramızdaki “ve” düştü… Kâğıt bitti… Kalem tükendi… Ben sustum… Biz olamadık, İzi kaldı… Hikâye ise devam ediyor…