Lavinya Dergisi

ALTINCI KURAL
Gülşen SARIGÖL

"Yazdığın her harf,yazabildiğin her kelam ölümün elinden kurtardığın serçe kuşudur ve serçe telaşlı değilse öldü demektir"...diyerek kalemini kağıtla buluşturmuş milyonlarca insandan sadece bir tanesiyim...

"Şu dünyadaki çatışma, ön yargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen, sen ol kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur." Hz. Şems Hepimizin adına, adından önce sözüne illaki bir yerlerde şahit olduğumuz Hz.Mevlana'mızın hocası Hz. Şems... Hayatını sanki 40 kural üzerine oturtmuş ve sanki onlar ışığında da bir yaşam sürmüş. Bilmem kaç yüzyıl önce dudaklarından dökülmüş kelamlar 21.yüzyılda ayna olmuş sana, bana, ona, bize, hepimize. Okurken, anlamını akletmeye çalışırken sanki bizden birinin aradığı yol, hatta belki bazen içimizde kanayan adını bilmediğimiz yaraların cevabı oluveriyor o satırlar. Altıncı kuralında ise dil diyor… Ön yargı, husumet ve çatışma kaynağı olarak gösteriyor onu. Madden ve manen işlevlerine baktığımız zaman dil ilk olarak dünya nimetlerinin tadına bakmakla; onları tatlı, acı, ekşi, tuzlu diye kategori etmekle yükümlü. Öte yandan ise kemiksiz yapısının bir sonucu olacak ki her yöne, her şekle, her kelimeye ve her harfe bürünebilmesiyle. Tasavvufta nefsin mutmain olmasının yollarından biri de yaşayacak kadar yemek yemektir. Gözün doyumundan ziyade midenin belli bir oranda doyumu tasavvufta nefsini bilme yolunda olanlar için kâfidir. Onlara göre rızık boğazdan geçen olmadığı gibi doyum da dünya nimetleri ile sağlanamaz. Tamamen dili çevrim dışı bırakan bir olgu. Çünkü tasavvufu bir kenara bırakıp sadece aç olan bir insana odaklandığımız zaman bile dil hükmünü yitirir. Sırf doymak adına yola çıkmış bir insan düşünün, lokmasında tat aramaz. Açtır ve aslında aşıktır ekmeğe, susamıştır suya. Aşkın dilsiz oluşunun ilk boyutu ...Manevi olarak dilin hüküm yitirdiği yer ise kelimelerini kaybetmiş dillerdir. İnsan hiç kaybeder mi kelimelerini? Elbette, yoruyorsa harfler dilini, anlaşılmak gibi bir kaygıya düşmek istemiyorsa ruhu temizler dilini tüm seslerden. Kendini cümlelerinden ibaret sananlar karşısında o da sustuklarıyla var oluyordur. Ben de sözlerin dile bulaşınca iksirini kaybettiğine inananlardanım. Duymaktan, bilmekten öte hissetmekten, hissettirmekten yana olanlardan. Elbette kulaklar da duymak ister bazen; ama abartılmamış ama sade ama içten olanı. Bu mudur yoksa insan olanın imtihanı? Dili ve kalbi arasında almaya çalıştığı yol. İkisinin dengesi. Biri biraz ağır basacak olsa diğeri müebbet yemiş mahkum misali suçlu hisseder kendini. Kalbimle varım, dilsiz dudaksızım desen anlayanın bir elin parmak sayısını geçemeyecek kadar az olur. Yaşayan bedenin arkasında günbegün solan bir ruh ile yol alırsın. Öte yandan desen ki ben dilimle var olurum, mış gibi yaşayanlardan bir tanesi de ben olurum, gerçek olmadığını bildiklerime gerçekmiş gibi sarılırım işte o zaman da sadece yaşadığını sanırsın. Acıların artar, adını koyamadığın dertlerin, yerini bilmediğin yaraların, her sabah takmak zorunda olduğun maskelerin gölgen misali peşindedir. Sevemezsin kendinden öte hiçbir şeyi. Sevemezsin; var oluşunu bağlarsan diline. Çünkü unutma; aşık dilsiz olur.