Lavinya Dergisi
ÇELMEKaç çelme daha yersek düşeriz dedim aynadaki siluetime. Bir, iki, üç, beş, yedi, on beş. Sustuk! Belli ki düşünüyorduk ikimiz de. Bugünü, yarını, en çok da dünü istemsizce. Yine o sokaklar ve o tatlı sözler dilimizde. “Ebe ebe nerede? Su doldurur derede, dere boyu çalılık, derede olur balık...” Aynadakinin de gözleri güldü geçmişi düşününce. O zaman ki çelmeler sadece oyundan ibaretti çocukça ya da işte neyse! İp atlasak durmadan becerebilir miyiz sence? Yenebilir miyiz düşmeden, ipe takılmadan Bakkal Hayri Amca’nın kızını bu defa? Ah keşke! 'Laleli bel kız, içeriye gir kız, ipten çık kız, dışarıya çık kız…' Biz hep mutluyduk o günlerde. Salçalı ekmekler elimizde. Top mu oynasak, ipi yine beceremeyiz gibi düşününce. Büyüdükçe kaybetmek ne zor geldi sahi bize. 'İstop.' desek atsak topu mavi göğe. Koşsak, kaçsak, düşsek ama acımasa yine. 'Hop, hop, hop, bir büyük altıntop…' Fatma Teyze’nin bahçesine kaçırdığımız topun rengi de altındı yıldızlarla da süslüydü hafızamdaki o yerinde. Ebelemesek, ipi bıraksak, top da oynamasak. Evcilik oynasak bir de. Bazen He-man gibi sopadan yapılmış kılıçlarımızı kaldırsak ya da Zeyna olsak gürültülüce. 'Gölgelerin gücü adına…' desek. Dünyanın tüm gücünü omuzlarımızda hissetsek, kaldırsak başımızı arşa delice. Doksanlarda çocuk olmak ne güzeldi be! O attığın bakışı biliyorum aynadaki ben. Çok iyi tanırım seni de, beni de. Bugünün çelmeleri o günlere hiç benzemiyor diyeceksin, biliyorum haydi söyle! En çok dizimiz kanardı düşünce. Şimdi yürek pare pare. Yürümekten korkar olduk ey insanlar sayenizde! Kaç çelme daha yersek düşeriz dedim aynadaki siluetime. Bir, iki, üç, beş, yedi, on beş. Susmadık! Bu defa konuştuk ikimizde. Sessizce: 'Dolapta pekmez, yala yala bitmez. Ayşecik cik, cik. Fatmacık cık cık. Gelin Hanım sen bu oyundan çık…'