Asırlar önce birbirini çok seven iki çiçeğin öyküsünü anlamıştı adam
kadına. Kadın ilgisizce dinlemiş ve kafasını çevirmişti bol kremalı kahvesine.
Adam okumayı çok seviyordu. Kitapları, şiirleri, masalları... Ve anlatmayı da.
Adam bir de çay seviyordu. Şöyle demli olanından. Kadın hiçbirini sevmiyordu.
Yine de adam en çok kadını seviyordu. Belki bir gün diyordu O’da benim
sevdiklerimi sever. Deli gibi de kıskanıyordu. Kardelen çiçeği gibi Hercai'nin
baharda açmasını istemiyordu. Onun baharında açsın istiyordu. Başkası
görmemeliydi kadını. Sadece O’na gülmeliydi. Onun düşlerine ortak olmalıydı.
Bir sahil kasabasında el ele kol kola yaşlanmalıydılar. Zaten çokta genç
sayılmazlardı.
Gel zaman git zaman. Adam kadına anlatarak hayallerini onu da ikna
etti gidişe. Küçük bir ev, panjurları pembe olmasa da kadın ne renk isterse o
olacaktı. Nerede isterse orada kuracaklardı baharlarını. Hikayelerini bıkmadan
usanmadan anlatacaktı adam. Günlerce, gecelerce yakamozu izleyeceklerdi. Kadın
ne isterse 'olur' demişti adam. Yeter
ki tutsun elinden. Adam evini, yatağını, çiçeklerini, kitaplığını, en yakın
dostu şair Nuri'yi, çay arkadaşı Hasan'ı, doğduğu mahalleyi bıraktı. Sadece
valizini ve umutlarını aldı yanına. Pır pır ediyordu kalbi. Elindeki tren biletlerini
tekrar cebinden çıkardı. Öptü kokladı. Özenle cüzdanına yerleştirdi. Hızlı
adımlarla yürüdü. Doktoru tembihlemişti oysa. Yavaş ve ağır adımlar atmalıydı.
Heyecan da yasaktı kalbine. Hiçbirine kulak asmıyordu şuan. O kalbine iyi
gelecek baharı bulmuştu.
Nihayet gara gitti. Kadın ısrarla ben yalnız gelirim demişti. Aksi
halde adam kadını sırtında bile taşırdı. İşte birazdan kadın şu kapıdan
girecekti. Mavi seviyordu kadın, panjurları mavi mi yapmalıydı? Belki bir de
kedi alırlardı. Saat dokuzdu. Tren saat ondaydı. Adam, akıllı olmayan eski
telefonunu çıkardı cebinden. Eski usul, mesajlarını kontrol etti. Gelen bir
mesaj yoktu. Saat dokuz buçuk oldu. Adam durmadan volta atıyordu karo taşların
üzerinde. Kadın geç mi kalacaktı? Yok! Heyecan yapmıştı. Gelecekti. Beraber
planlamışlardı. Söz vermişti. Akrep ve yelkovan çalışıyordu. Artık on dakika
kalmıştı. Korkuyordu. İşte o an bir mesaj geldi eski telefonuna. Elleri
titreyerek açtı mesaj kutusunu. Mesaj kadındandı: 'Ben gelemeyeceğim, senin düşlediğin bahar bana kış, ben kışları
sevmem. Hiç sevemedim. Hoşça kal'
Adam yıkılan kalbini, valizini,
düşlediği baharı yanına aldı. Gözleri doluydu ama ağlamadı. Bindi trene oturdu
yerine. Kadını, panjurları, kediyi, yakamozu düşündü. Sonrada Kardelen'i ve
Hercai'yi. Masalı... Kardelen Hercai'ye çok aşıktı. Kıskanıyordu Onu diğer
çiçeklerden. "Baharda değil kışın
açalım biz" demişti. Söz vermişti Hercai, kışın beraber açacaklardı.
Sevgilisine kavuşmak için yerinde duramayan erkek çiçek, karın bir yorgan gibi
kapladığı soğuk topraktan çıkmıştı. Aramış durmuştu sevdiğini. Ama Hercai
yoktu. Sözünü tutmamıştı. Kadın da tutmamıştı. Hercai olmuştu. Adamda Kardelen
olmuştu. Bu defa adamın baharı, kadına kıştı. Ne fark ederdi? Artık adamda
Kardelen gibi yalnız ve boynu eğik açacaktı mevsimine.