Hayatım boyunca en çok gözyaşı döktüğüm gündü sanırım. Beni
sarsan küçücük bir soruydu aslında "Sence bu anneler gününde annemin
mezarına hangi çiçeği dikmeliyim?". Mesajı on, yüz hatta bin kez
okumuştum. Sadece yutkunmuştum, sadece yutkunabilmiştim. Çaresizliği, acıyı, özlemi
bir arada ilk kez bir cümle olarak okuyordum.
Hiç tanımadığım bir adamın hiç bilmediğim annesi için çiçek
seçecektim. Kalbini sorgusuzca ellerimin arasına bırakıvermişti. En incinen
yerinden öpmek, yaralarını sarmak, eksik
yanına tam olmak, anne olmak istedim. Ama söyleyemedim. Çekingendim ya ben,
söyleyemezdim. Ben anlamam öyle şeylerden dedim. Onu da üzdüm ama içime
üzüldüm. Ama eğer bir gün her gerçekten çekinmezsem şöyle derdim: ' Ihlamur
dikmelisin. Ihlamurun kökleri en diplere kadar ulaşmalı annenin ellerinden
tutup oraya kök salmalı, seninle buluşmalı,
her hücresinden beslenip güçlenmeli, baharda tıpkı annen gibi çiçek
açmalı, mis gibi annen kokmalı ve sen güzel adam tüm bu mutluluğu kavanozlamalısın.
Her içtiğinde annen işlemeli içine, tıpkı hayattaymış gibi "şifa
olmalı".' İşte aynen böyle söylemek isterdim. Dokunup şifa olabilmek ve
belki de anne olup onu tamamlayabilmek.
Sadece isterdim...