Lavinya Dergisi
‘CAN’ FANUS VE GÜL“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Yine ay ışığının vurduğu bir gece, dolunaydan bir gün öte… Pencereler suskun, perdeler örtülü… Uyuyor evler, sokaklar ıssız, herkes uykunun kucağına yaslamış başını… Ben o şefkatten yoksun, vurgun yemiş gibi yorgun… Gözüm yıldızlarda, bir tanesi göz kırpsın istiyorum, “Buradayım ben, yalnız değilsin.” desin. Sanki tüm gökyüzü işbirliği yapmış bugün, o sevdiğim yıldızlar da kaybolmuş, kesif bir karanlık sinmiş üzerime, başım eğik, boynum bükük… Düşünceler içerisinde gölgelenmiş aklıma, sayfalar arasından tanıdığım Küçük Prens geliyor, gökte görünmüyor yıldızı ama oradan bir yerlerden bana fısıldıyor: “...Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgârın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm (ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikâyetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.” “Haklısın” diyorum Küçük Prens’e, insan gülüne sahip çıkmalı, ona zaman harcamalı. Küçük Prens’ten önce davranarak onun sözleriyle devam ediyorum hatta: “Gülünü bunca değerli kılan onun için harcadığın zamandır.” Gülümsüyor bana, başını onaylarcasına sallıyor. Sonra biraz sessiz kalıp buğulanmış gözlerimin içine bakıyor. “Ama?” dercesine, bunca söylenmiş cümleyi üç harfle silercesine… Benim de bir gülüm var, Küçük Prens. Üstüne titrediğim, sevgimle sarmaladığım, dikenlerine rağmen bağrıma bastığım… ‘Can’ bir fanusun içine koyup güzelliğini seyre daldığım… Ayağına taş değsin, rüzgâr boynunu büksün istemem, hele o ateşi hatırlatan kızıllığı solsun hiç istemem. O yüzden cam kırılır deyip, can’ıma koydum… Dişimi tırnağıma takar, can’ımla korurum onu dedim. Su bulamazsam su olurum, ışık bulamazsam Güneş olurum, yaşatırım onu dedim. Anlıyorsun değil mi, Küçük Prens? İnsan gülü sevince dikenine de katlanıyordu işte… Kırılırım, çizilirim demeden… O gül bunu anlamadı… Önce o da emek verdi, sonra aniden çatlatıverdi can’ımı, koca bir taşla narin bir camı kırmak istercesine… Kırılmadı henüz ama en güzel yerinden çizildi ve bahara yakışmayan soğuk bir rüzgâr esiyor şimdi… Biliyorum ki onu ben koruyamam… O benim gülüm müydü? Bundan bile emin değilim ya artık… Zaman harcamasına harcarsın da Küçük Prens, güller dikenlerine rağmen korkak olabiliyormuş… Buruşturulmuş bir kâğıt gibi değersizleştiriveriyormuş zaman bunca emeği… Bunları da öğrenmek gerekiyormuş küçük dostum, yine o zamanın içinde kaybolarak… Küçük Prens dudağını bükerek dinledi, üzgündü ama ‘yorgunum’ dedi ve gitti… Bir rüya mıydı? Aklımı mı yitirdim? Odam kireç tutmuyor… Burnumda hiç kokusunu bilmediğim portakal çiçekleri… Yıldızlar? Küçük Prens? Gül? Hiçbiri yoktu yanımda… Gece kadar ıssız… Yapayalnız… Herkes uykuda, ben nöbetteyim… Can’ı çatlak bir fanusla beklemekteyim…