Lavinya Dergisi
MUTLU SONLA BİTEN TÜM MASALLARABahar gelecekti. Sonra çiçekler açacaktı, nisan yağmurları çiçek açmış erik dalları ile buluşurken; martılar simit, sincaplar ceviz peşinde daha çok koşacaktı. Ajandaya yazılmıştı renkli kalemlerle planlar, buluşmalar, özel günler ve o beklenen tatiller. Belki bir sahil kasabasına, belki en uzak o dağ başına, belki de gondollarla buluşmaya gidilecekti. Açık renkler modaydı bu yıl, kombinler yapılacaktı. Saçlara ombre ya da röfle atılsa hiç de fena olmayacaktı. Biraz daha az çalışacaktı, çünkü kışın hedeflerini tamamlamıştı. Arabasını değiştirse ya da evini boyatsa; şöyle kum bejine falan daha da keyiflenecekti. Zayıflamalıydı, yaz mevsimi de tüm sıcak havası ile gelecekti, sıradaydı. Bir de sahil trendleri vardı. Son aylarda çıkan ayva göbeği de, yazın cabasıydı. Yeniden aşk kapısını neredeyse çalacaktı. Biri vardı. Kalbi hızla çarpmaktaydı. Bir elinde hayalleri bir elinde çocukluktan bugüne vazgeçemediği bez bebeği uyuyakalmıştı. Ve sabah olmuştu. Uyanmıştı, alarmı çalmıştı ama gün ağarmamıştı. Bu işte bir yanlışlık vardı. Saat mi yanılmıştı? Bez bebeğini yatağında bırakıp, cama yönelmişti. Çiçekli perdelerini açmıştı. Tülü aralamıştı. Dışarısı karanlıktı. O sevdiği gökyüzünün mavisinden de eser kalmamıştı. Alabildiğince siyahtı. Kuşlar, camına kırıntı bıraktığı, dost olduğu kuşlar da gelmemişti. Sokakta ne bir insan ne de ses vardı. Belki de uyanmamıştı. Bu bir kâbus olmalıydı. Kapıya koşmuştu. Kapı açılmamıştı. İçeride kilitli kalmıştı. Dünyaya sabah olmamıştı. Koridorda yürümeye başlamıştı. Anlamsız, hatta çok saçmaydı. Güneş neden doğmamıştı? Anahtar kapıyı nasıl açmamıştı? Oysa bugün çok önemli işleri vardı. Öğle arasında vitrindeki o sevdiği markanın kırmızı ayakkabısını alacaktı. Akşamüstü sunum yapacaktı, aylarca çalışmıştı. Annesine de iş çıkışı uğrayıp bir hatırını soracaktı. Nicedir buna vakti olmamıştı. Yok, tekrar uyumalıydı. Yanlıştı. Hızla tekrar yatağına yatmıştı. Sağa ve sola dönüp biraz bekleyip bir defa daha yataktan fırlamıştı. Yeniden ve yeniden aynı döngüyü tekrarlamış ve aynı sonuçla karşılaşmıştı... Ve günler böylece geçmişti. Hep karanlıktı, dünya ısrarla aydınlanmamıştı. Kapısı açılmamıştı. Sanki kilit bilmediği başka bir diyardan gelmişti. Külkedisinin ayağını arayan cam ayakkabı misali doğru kapıyı bulunca açılacaktı. Zaten bütün bu olanlar kötü bir masaldan ibaret olmalıydı. Ya da aklını kaybetmiş ve gördükleri onu yanıltmaktaydı. Artık sabahları süslendiği boy aynasında kendine bakınca tanımamaktaydı. Kaç gündür pudra sürmemişti yanaklarına, o detayı da hatırlamamaktaydı. Ve yine akşam olmuştu. Bir elinde bez bebek, bir elinde hayalleri uykuya dalma çabasındaydı. Zaten son zamanlarda durmadan uyumaktaydı. Kendiyle baş başa hiç bu kadar uzun süre kalmamıştı. Okumadığı kitapları okumuş, bilmediği tekerlemeleri ezberlemiş, müzik dinlemiş, hip hop dans yapmayı bile öğrenmişti. Sonra çikolatalı kurabiyeyi aslında iyi yaptığını keşfetmiş ve yeni bir bez bebek daha dikmişti. Var olan bebeğinin aksine yeni bebeğinin elbisesi ipekti. Yine de kuşları özlemişti, maviyi, sincapları ve akışı. Ve yine sabah olmuştu. Takvim ve saat öyle söylemişti. Dünyada ise hala neden sabah olmadığını anlayamasam da, her sabah çiçekli perdesini bir umutla açmayı ihmal etmemişti. Belki bugün ya da yarın ya da öbür gün derken perdeyi kapatmak üzereydi ki hayal kırıklığı ile ordaydı. Karanlığın içinden bir martı gelmişti camına. Demek ki bulmuştu yönünü martı ve gelmeyi başarabilmişti. Bu iyi bir şeydi. Biri gelebiliyorsa diğerleri de gelebilecekti. Sonra Dünya bu hareketliliği görecekti ve muhakkak siyah dönecekti maviye. Kilit açacaktı kapıyı. Külkedisinin masalı misali gökten üç elma düşecekti. Biri dünyaya, biri insanlara ve diğeri mutlu sonla biten tüm masallara...