Nihayet
buluştuk beyaz kumlarla. Kış boyunca kimleri ağırladı? Bilmiyorum. Zaten önemli
de değil. Ben yazın ağırladıklarıyla ilgileniyorum. Her buluşmada
duygusallaşıyoruz. Denizin kulağına fısıldamış olacak ki kumsal, o da komşusuna
jest yaparak ayak parmaklarımı okşuyor dalgalarla. Yıllardır yaptığım gibi bir
demet manolyayı üzerine bırakacağım mavinin. Önce kokluyorum, bağrıma basıyorum
yapraklarını, bakıyorum uzaklara, ufak bir tekne geçiyor. Tekne de mavili, yeşilli.
El sallıyorum tanımasam da balıkçılara. Görmüyorlar beni. Neyse, galiba
hazırım. Bıraktım. Uzaklaştı yavaşça manolyalar. Uzaklaşırken anlamsızca
baktılar yüzüme. Deli bu kadın dediler sanırım. Belki de haklılar. Onları
çiçekçideki konforlu evlerinden alalı birkaç dakika oldu. Madem sulara
bırakacaktın, neden evimizden ettin bizi? İşte ben de aynı soruyu sordum. Önce,
tam burada, bu kumsalda, yıllar önce tanıdığım adama, sonra kendime. Madem
bırakacaktın, neden tuttun elimi? Ben bir yanıt alamadım. Ne adamdan, ne
kendimden. Şimdi size de bir yanıt veremiyorum. Cevabını onlar bana susarak
verdi. Ben de susma hakkımı kullanıyorum. Kopyacılık mı yapıyorum? Belki.
Nazlısın
derdi. Manolyasın sen. Narin, kırılgan. Öyle miydim? Anlatırdı usanmadan,
rivayete göre manolya ağacı diken kısa zamanda aşkı bulurmuş. Bu yüzden uğurlu
çiçek derlermiş. Sana aşkı ve uğuru getiremedim ama affet. Getirseydim, elbette
gidemezdin!
Derin
düşüncelerim, manolyalarım, kumsalla sohbetim, anılarım, keşkelerim, kırgınlıklarım ve gönül sızım beynimi uzun
süre meşgul etti. Karanlık çökünce üşüttü beni meltem. Anladım ki gitme vakti.
Şimdi, yine, yeniden. Seni bir sonraki yaz başına kadar denize emanet ettim
kumsal. Yürürken bu defa değişiklik yapıp bir şarkı mırıldanırsam kulak ver.
Komşun denizle bana katıl. Katılırsanız, size yeniden güvenmeyi denerim. Sadece
size ama. Denemenin vakti geldi de geçiyor değil mi? Minik adımlar attım ve
başladım mırıldanmaya. Hazır mısınız?
"Nazlı
çiçeğimsin sen sevdana dayanamam. Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam.''