Lavinya Dergisi

CEZALI MIYDI? ÖZEL Mİ?
Esra YILMAZ

Öyle bir farkındalık ki, bir yanı delilik diğer yanı ise dahilik. Sahi ben hangi yanına savruldum sonunda.

Her birimiz, birbirimizden farklı ve kendine özgü yaratıldık. Parmak izlerimiz kadar özel ve değerliydik. Düşünüş biçimlerimiz, olaylara bakış açımız, aynı olaydan bile farklı derecelerde etkilenmemiz, içimizdeki duygu yoğunluğu… En az parmak izlerimiz kadar farklıydı.


Kimimiz, işin içinden çıkılmaz durumlarda bile daha düz ve yüzeysel bakabilirken; kimimiz ise günlük olayların bile üstesinden gelemeyecek kadar karmaşık ve derindi. Bu yüzden her şey daha fazla, daha yüklü, daha anlamlı, daha derin ve daha acı geldi.


Peki, böyle olmak günümüz dünyasında bir ödülden çok ceza değil miydi?

Bu kadar sinir uçları açık olmak, bu kadar hassasiyet… Sanki seni daha özel kılmıyor da, daha çok yara almaya müsait kılıyor gibi değil miydi?


İşte Melis de o “cezalı” olanlardandı.


Daha küçükken başlamıştı onun cezası. Dört-beş yaşında bile büyümüş de küçülmüş gibiydi. Yaşından büyük bir farkındalığı ve bilinci barındırıyordu bünyesinde. Onu severken bir büyüğün samimi olup olmadığını anlayabilirdi. Gülüşündeki tutukluğu, ardındaki o sevgisiz ifadeyi hissedebilirdi.


Yaşının aksine, farklı sorumluluklar dönerdi kafasında hep. Daha yedi yaşındayken kaybettiği babasının ardından, annesiyle ilk karşılaşmasında sorduğu ilk soru: “Bundan sonra biz nasıl geçineceğiz?” olmuştu.

Bir yetişkini bile zorlayacak kadar ağır bir soruydu bu.


Ablalarının aksine her olayın içindeydi ve maalesef farkındaydı. Babasından sonra adeta bir oğlan çocuğu kesilmiş, annesinin korumalığını üstlenmişti. Annesiyle evlenmesi mümkün olmayan erkekleri bile tehlike olarak görür, kendince önlemler almaya çalışırdı.


Asiydi Melis. Yaşından fazla düşünmekten ve bunları asla çözememekten öfkeliydi. Tüm arkadaşlarının güle oynaya eve döndüğü okul yolundan hızlıca eve gelir, annesini karşısına oturturdu. Ve o, belki de defalarca sorduğu soruyu yine sorardı:

“Bir başkasıyla evlenecek misin?”


Aylarca, neredeyse her gün…


Gün geçtikçe daha hırçın, daha öfkeli, daha çözümsüz kaldı. Çünkü hem bir yetişkin yükü taşıyordu çocuk bedeninde hem de anlaşılmıyordu.


Zamanla, anlaşılmamanın içinde oluşturduğu o çığ gibi öfkeyi derinlere iteleyebilmişti. Ama bu sefer de yersiz ortaya çıkan gözyaşlarıyla cezalandırılmıştı. Artık kolayca gözleri doluveriyor, kolay küsüp daha çok kırılıyor ama kolay da affedebiliyordu. Hep birilerine hak verir, içinden anlamaya çalışırdı karşısındakini — bu sonradan bile olsa…


O kadar çok anlamaya çalışırdı ki herkesi, her şeyi, her durumu… Karada boğulmanın da mümkün olduğunu deneyimlerdi tüm ciğerlerinde.


Yaşı ilerledikçe, küçükkenki o ciddi halleri yerini çocukça hareketlere bırakmıştı. Sanki “Bu hayat bana bir çocukluk borçlu.” der gibiydi davranışları.


Şimdi otuz beş yaşında, yetişkin bir çocuk olan bu “cezalı” kadın, bugün kendi kendine isyan ediyordu.

Bir uçurumun dibindeydi… Hissetmenin ağırlığı ayağına bağlanmış bir taş gibi onu buraya kadar çekmişti. Kalktı, sitem edercesine bağırdı:


“Beni neden böyle yarattın?

Neden her hücremle hissetmek zorundaydım?

Neden beni seçtin cezalandırmak için?”


Dizlerinin üzerine yığıldı. Dakikalarca ağladı.

“Nefret ediyorum böyle olmaktan. Mutluyken bile ardında bir sürü duygu, düşünce barındırmaktan… Nefret ediyorum…”


Derin bir nefes aldı. Gözlerini yumdu ve kendini boşluğun serin kollarına bıraktı.

Rüzgar, bir kısmı beyazlamış saçlarını şefkatle seviyordu sanki… Hafiflik, huzur tüm bedenini kaplamıştı…


Bir anda sıçradı. Kan ter içindeydi. Rüyaymış… Rüyaymış. Nefesini kontrol altına almaya çalıştı.

Rüya bile olsa atlamanın dehşetini üzerinden atamıyordu bir türlü. Nasıl bir rüyaydı bu? Çocukluk hallerini, hatta unuttuklarını bile nasıl görebilmişti?


Bir bardak su içmek için kalktı.

Suyunu yudumlarken rüyasında defalarca duyduğu sözü hatırladı:

“Melis cezalıydı…”


Kendini yokladı; duygularını, düşüncelerini…

Hâlâ cezalı olduğunu mu düşünüyordu?


Bu fikri geride bıraktığını sanıyordu. Cezalı değildi o. Belki özel bile olabilirdi.


Çünkü dünya, hissedebildiğin kadar vardı.

Farkında olduğun kadar vardın bu hayatta.

Buna inanıyordu artık kendince.

Belki de kendini kandırıyordu.

Bilmiyordu…


Ama…

Otuz beş yaşında olan bu kadın, özeldi.

“Melis” gibi olanlar özeldi.

Sadece… “Melis” gibi olmak yorucuydu.

Çok yorucuydu hem de…