Lavinya Dergisi

KÜÇÜK BİR MERHABA
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

Her zamanki gibi birbirinden anlamsız rüyalar gördüğüm bir gecenin daha sonuna geldiğimi, odamdaki yabancının ayak seslerinden anlamıştım. Gözlerimi açtığımda o yabancının ayak ucumdan yavaşça sıyrılıp banyoya gittiğini gördüm. Hayatımda ilk kez hiç tanımadığım insanlarla kişisel alanımı, odamı paylaşıyordum. Bunun ne kadar garip bir his olduğunu anlatmak dahi istemem. Kendi iradem dışında gözlerimi açtığım bugünün nasıl geçeceğini çok merak ediyordum. Bugün hayatımın en önemli günlerinden biriydi. Yeni hayatımın ilk günü. Yataktan doğrulup sağımda duran komodinin üzerinden telefonuma uzandım. Çıkmak için bir saatten az bir sürem olduğunu görünce hemen yataktan fırladım. Asla o kadar hızlı hazırlanan biri olmadım. Bu kadar kısa sürede hayatımın en önemli gününe nasıl hazırlanacaktım ki? Hem her şeyden önce mental olarak zaten hazır değildim. Gözümün önüne sürekli ailemin beni yurt kapısına bırakıp gidişi geliyor. İçim bunalıyor, kalbim sıkışıyor. Aylarca evden uzaklaşmak için bugünü beklesem de ilk kez ailemden uzak kalmak beni çok korkutuyordu. Hiç bilmediğim koskocaman bir şehirde, tanımadığım yüzlerle bir arada olmak hatta ne idiği belirsiz insanlarla aynı odada kalmak yetmezmiş gibi zaten yer yön bilgimin berbat olması da kesin başıma çok iş açacaktı. Yataktan kalkar kalkmaz az önce oda arkadaşımın çıktığı banyoya koştum. Günlük rutinlerimi halledip dışarı çıktım. Tam tahmin ettiğim gibi doğru düzgün hazırlanamamış, üstüne de kahvaltı yapmamıştım. Açıkçası yemekhaneye gitmekten utanıyordum. Şimdi bu cümlenin size ne kadar mantıksız geldiğinin farkındayım ama yurda ilk geldiğimde herkesin arkadaşı vardı. Benim gibi yeni gelenler ise hemen sosyalleşmişti. Fakat bu benim için o kadar zordu ki bırakın yemekhaneye gitmeyi oda arkadaşım söylemese çarşaflarımı almaya bile inmeyecektim. Resmen ürkek bir sokak kedisi gibiydim. Hayatım boyunca zaten yalnızlığa alışmıştım, yalnız olmayı severdim de fakat burada hissettiğim yalnızlık beni o kadar üzüyordu ki ne yapmam gerektiğini bilemedim. Resmen koşar adımlarla okula doğru yol aldım. Daha ilk günden derse geç giden tek kişi olmak istemiyordum. Düşüncesi bile beni dehşete düşürmeye yetiyordu. Okulum yurda yakındı. Yaklaşık on dakika içinde okul binasının önündeydim. Hayatımda ilk kez üniversite görüyordum. Yıllarca hayalini kurduğum bu yerde olmak gururumu okşamıştı. Diğer insanlar bu yapıya baktıklarında yalnızca bir bina görüyor olabilirlerdi fakat benim için bu bina çok daha derin anlamlar içeriyordu. En başta ailemin gururlu bakışları, emeklerim, gece gündüz demeden çalıştığım o sayısız günlerim, geleceğim, umutlarım, hayallerim hepsi bu duvarın ardında yer alıyordu. Derse son yirmi beş dakika kalmıştı ki dersliğe bakmak yeni aklıma geldi. Telefonumdan ders programını açıp bir süre onunla bakıştım. Fakat gideceğim yere dair hiçbir fikrim yoktu ve önümde iki seçenek vardı. Ya sınıfı kendim bulacaktım ya da sosyal anksiyetemi bir kenara bırakıp akranlarıma soracaktım. İkinci seçenek daha mantıklı geldiğinden önünden geçen ilk kişiye sınıfın yerini sordum ve bana bilmediğini söyledi. Ardından başka birine daha sordum ve yine aynı cevap. Bu durum bir müddet devam etti. Artık gerçekten bilmiyorlar mı yoksa beni mi umursamadılar şüphe etmeye başladım. Son yedi dakikam kalmıştı. Kendim arayıp bulmam için çok geçti. Öğrenci işleri hemen yanımda olmasına rağmen çekinip gitmediğim için pişman olmuş bir şekilde kapıyı tıklatıp içeri girecektim. Fakat daha kapıyı açmamla masada oturan o suratsız kadının beni azarlayıp dışarı çıkarması bir oldu. Hâlâ o kadından nefret ediyorum. Koşa koşa insanlara sormaya devam ettim fakat aldığım cevap hep aynıydı. Ben ortalıkta deli gibi koştururken herkesin bana baktığını ve beni ne kadar zavallı gördüklerini de düşünmeden edemiyordum. En sonunda bir arkadaş grubu bana yardım etti ve sınıfa gidip en ön sıraya oturdum. Bunca şeye rağmen insan neden gidip en öne oturur ki? İlk günüm o kadar berbattı ki okuldan çıktığımda istediğim tek şey yatağıma girip hüngür hüngür ağlamaktı. Ağlamanın hayaliyle girdiğim odamda tanımadığım bir başka simanın varlığıyla kendime hâkim oldum. Karşımdaki kız o kocaman gözleriyle beni baştan aşağı süzdükten sonra suratındaki o tatlı gülümsemeyle bana seslendi: Merhaba ben Duygu. O gece yatağımda ağlamadım. Çünkü Duygu ve ben birbirimizi tanımakla meşguldük. Aslında o yatakta hiç ağlamadım.Tanımadığım bir şehirde, tanımadığım bir odada, tanımadığım insanların arasında, ilk kez birine “belki” dedim. Belki bu şehirde güzel anılar biriktirebilirim. Belki yalnız hissettiğim anlarda bir omuz bulabilirim. Belki üniversite sadece derslerden, binalardan ibaret değildir. O gece Duygu sayesinde bir şey öğrendim: Yeni başlangıçlar her zaman korkutucudur ama bazen, sadece bir “merhaba”, insanın bütün karanlığını aydınlatabilir. Ve ben artık o karanlığın içinde değilim.