Lavinya Dergisi
TEMMUZ: BİR GÜNEBAKMA MESELESİ
Gülşah DEMİRCİ
“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Yaz geldi. Takvimler böyle söylüyor şimdi. Güneş tepemizde, yakıcı bir sıcak ile sınıyor bizi. Yanıyor otlar, ağaçlar, rengârenk çiçekler… Bağırlar yanıyor… Çaresiz bir sancı saplanıp kalmış göğsümüze. Nefes almak her zamankinden daha güç… Oysa, serinlemek lazım biraz! Bu hararet fazla! Hazır, tatil kapılarımızdan başını uzatmışken, iş güç biraz olsun hafiflemişken… Denize yaslamak gerek başımızı! Ayaklarımızı uzatacağımız sıcak kumlar belki alır acımızı. Mevsim yaz ne de olsa. Neşelidir yazın diline doladığı şarkısı!
Takvimlerden el sallayan temmuzu o neşeli şarkıyla karşılamak istiyorum ben de. Güneş’e selam duran bir günebakan gibi… Ritmine ayak uydurmak istiyorum doğanın… Yanmadan… Yakmadan… Suyla serinleyerek, rüzgârla dans ederek… Kök saldığım toprağın kıymetini bilerek… Çoğalarak, çoğaltarak… Gök, üstümde… Yüzüm, Güneş’e dönük… Hayaller, hayaller...
Durup bakıyorum sonra. Çünkü hayatın tüm hengâmesinde durup bakmak istiyor insan… En çok da kendine… Her şeye bir ara verip etraflıca düşünmek… İç mevsiminin muhasebesini yapmak… Takvimler biraz yalancı, zaman aldatıcıdır ne de olsa! Bakmak istiyorum ben. Dıştan içe, içten dışa… Çekmecelerimi karıştırmak… Fazlalıklardan arınmak… Durup bakmak! Kaçmadan, uzaklaşmadan, olduğum yerde, olduğum hâlime bakmak! Köklerimle barışmak, her şeye rağmen çiçek açmak! Sağıma, soluma, gündüzüme, geceme bakmak!
Sadece bakmak yeter mi? Görmek de gerek… Bakıp görebilmek... Kapatıp gözleri, görmek… Görebilmenin yolu gözlerden geçmiyor çünkü! Görmek de yetmiyor sonra! Gördüklerini de anlamak istiyor insan! Bilirim, anlamak epey zor! Kalbime danışıyorum o zaman. ‘Ben atmaya devam ediyorum, sen dur!” diyor bana. Anlamak için duruyorum şimdi ben de! İtiraf edeyim, kalbimin cüretine şaşırıyorum!
Bakıp görüyorum şimdi, ben dursam da ömür geçip gidiyor. Her temmuzda bir yaş daha alacağım gerçeğiyle yüzleşiyorum, ömürden eksilen bir yıl daha… Hâlbuki çocukken ne de hevesli oluyor insan büyümeye! Düşündükçe hüzün doluşuyor hücrelerime, hani neşeyle karşılamak istiyordum temmuzu? Neden hep hüzün kıyılarıma vuruyor ki benim? Aramaya devam ediyorum, arayış baki! Karıştırdığım çekmecelerimden bir soru çıkıyor karşıma: “Tecrübe eşit midir hayata?” Bakıyorum... Pişmanlıklar, geç kalınmışlıklar, ertelenmiş hayaller, korkular… Bunca dağınıklığın içinden cevabı bulamıyorum. Bulutlanıyor başım. Yağmur yükleniyor gözlerim.
Sonra doğanın ritmini hatırlıyorum. Gecenin ardından gelen gündüzü... Mevsimlerin döngüsünü... Omzuma ulaşıyor elim, “Hadi” diyor bana ve ekliyor: “Yaz çocuğusun sen! Bol bol oku! Sonra dilediğin gibi yaz temmuzun kaderini!” Görüyorum ki ellerim de kalbim kadar cüretkâr...
Yaz geldi. Takvimlere inanmayı seçiyorum hâlâ. Bakıyorum. Görüyorum. Anlamaya çalışıyorum. Temmuz tüm neşesiyle gülümsüyor. Güneş en tepede! Ben de selam duruyorum ona! Evet, bir günebakanım ben! Kırık kırık olsa da kalbim, çiçeklenmeyi bilirim! Karanlıklarda da kalsam yüzümü elbet Güneş’e dönerim! Şimdi elimde bir kalem, müsaadenizle ömrümü temize çekeceğim!