Lavinya Dergisi

GECEDEN HİKAYELER (1)…
Mehmet YILDIRIM

Ben zerre koymamışken ağzıma bu meretten, Neden bu kadar sarhoşum şehrinde, Aşkından mı? Yoksa vuslata kavuşmayan bakışlarından mı?

Kasırgalar çıkmıştı o gece, fırtınalar başlamıştı. Yağmur sel olmuş yağmıştı pencereme, bahçeme. Gecenin sessizliğini şimşekler bozmuş, aydınlatmıştı karanlık odamı korkuyla. İçeride bir o yana bir bu yana uçan muhabbet kuşu ve her şeyden habersiz uyumaya çalışan bir kedim vardı. Bense koltuğun bir köşesinde başım yere eğik çaresiz düşüncelerin en karanlığındaydım. Benim karanlığımı aydınlatmıyordu şimşekler, yıldırımlar. Odanın içinde öylece kalmıştım. Ne ocaktaki çayı demleyebilmiştim, ne kedimin mamasını verebilmiştim. Telefonumun çalmasıyla gelmiştim kendime. İnsan en sevdiği müziği de zil sesi yapsa bazen çekilmez oluyormuş, o an farketmiştim. Kapatmıştım telefonu ve etrafımda ses çıkartacak her şeyi. Kendime mi gelmiştim yoksa kendimden gitmeye mi karar vermiştim bilmiyorum, öylece açtım pencereyi içeriye dolan fırtınayla birlikte yağmuru izledim. Kaybettiğim bir gençliğin acısı mıydı içimdeki yoksa gençliğimle birlikte kaybettiğim bir çok şey mi?

Sevdiğim kadın?

Değer verdiğim dost?

Sol kulaklığım?

Emeklerim?

Çabalayıp başaramadıklarım?


Saymakla bitiremeyeceğimi düşündüm zaten kendi kendime konuşmaktan çok yorulmuştum. Öyle ya yıllardır susturamıyorum kafamın içini. Öyle biri var ki kafamın içinde beni bana mahcup etmek için her yolu deniyor, her şeyi söylüyor. El denilen şeye gerek duymuyorum bu yüzden. Kendi kendimin yüzüne söylediğim şeyleri başkalarından duymak çokta incitmiyor beni. İnsan zaten en çok kendi kendini incitirmiş, insan olan elbette. Bir boşluk bulup mutfaktan çayı demlemek istedim bu sırada. Düşünürken çay içmek güzel oluyor, sigaranın dumanında boğulurken... 
Ciğerlerimin bu denli zorlandığını ilk defa hissetmeye başlamıştım bu arada. Son zamanlarda sigarayı yemek yerine koymuş, kendimi bir türlü susturamamıştım. Geceleri uyuyamamam dışında bir sorun yoktu artık. İnsanlar buna yaşlılık diyordu sorduğumda, ben ise düşünmek koydum adını. Düşünmek, düştüğün bir çukurda çıkmak için debelenip durmak bence. Şimdi demlenmiş çayımla birlikte uyku yerine düşünmeye başlıyorum. Gecenin bilmem kaçı, bardaktan boşanırcasına yağan deli yağmur… Yıkar mı bedenlerimizi bilmem, temizler mi ruhlarımızı bilmem, yalnızca huzur aradığım bir ses ve koku benim için. Zaten battıkça battık insanlık olarak balçığa. Hiçbir yağmur da temizlemez günahlarımızı, hiçbir tövbe de. Yine de Allah büyüktür diyerek doldurdum çayımı ince mutluluklu kalın dertli bardağıma. Başlayalım o zaman o mahur bakışlı sisli yolun adımına,

Düşünmek, düşünmek, düşünmek…