Lavinya Dergisi

KARANLIKLAR KRALİÇESİ
Osman YAVAN

İnanıyorum ‘‘ Elbet Bir Gün! ’’ İnsan dünya’ da ne için var olduğunu anlayacak…

Yeryüzü dediğimiz bu gelip geçici, fani dünyada zaman su gibi akıp gidiyor. Gündüzle gecenin bitmek bilmeyen döngüsü, karanlığın içinden doğan bir umut gibi aydınlığa meydan okumaya devam ediyor. Yine böyle bir günde, masamda titreyen bir mum, gecenin eşsiz manzarasını aydınlatan aya meydan okuyordu. Haklıydı bu meydan okumada; o da benim iç dünyamdaki karanlığın sırrını çözemese bile, inatla yanıyor ve aydınlatmaya devam ediyordu. Sahi, neydi benim iç dünyamdaki karanlığın sebebi? Neden hayalimdeki dünya ile bir türlü örtüşmüyordu gerçekler? Hayal etmeyi mi bilmiyordum, yoksa sadece dozunu mu ayarlayamıyordum?
Zihnimin içindeki çatışmalar gittikçe derinleşmişti; ben ise masamdaki mum gibi, titrek bir şekilde bu savaşın tam ortasında kalmıştım.
Peki, bu savaştan galip çıkabilir miydim? Yoksa mumdan ilham alıp, meydan okuyarak asla vazgeçmemeli miydim? Bu kadar sorgulama ve çatışmanın içinden bir şekilde sıyrılıp, mutlaka meydan okumalıydım. Üstelik bunu, tamamen mantıklı, bilinçli ve farkında olarak yapmam gerektiğini de biliyordum.

Her ne kadar yoğun duygularla yüklü bir zihinde bu kolay görünmese de kararlıydım: Yapmam gereken ilk şey, zihnimi negatif düşüncelerden arındırmaktı. Bazen aşırı ve yoğun düşünmek, duygusal olarak karmaşık bir hâl alabiliyor. Sonuçta herkes düşünce ve fikir özgürlüğünü kullanıyor gibi görünse de toplumun hücre ve dokularına adeta doğru ya da yanlış tartışmasına kapalı bir şekilde empoze ediliyordu bu özgürlük.
Bu açıdan bakınca ne kadar da adaletsiz ve etik dışı bir yaklaşım, değil mi? Sahi, özgürlük anlayışı neydi? Kişinin kendi düşünce ve fikirlerini topluma doğrudan empoze etmesi miydi, yoksa doğruluğunu ispat ettikten sonra doğru bir biçimde toplumun hücre ve dokularına enjekte etmesi mi?

Bütün bu yoğun içsel çatışma ve duygulardan kurtulmak için gece yürüyüşü yapmanın doğru olacağına karar verip masamdan kalktım ve kapıya doğru yöneldim. Tam kapıdan çıkacakken, masamdaki idealist ve kararlı mumun hâlâ yandığını fark ettim. Bir an için onu söndürmemin yanlış olacağına karar verdim; çünkü o, bir amaç ve hedefe hizmet ediyordu. İçten içe yanıyor, eriyor ama asla vazgeçmiyordu…

Gecenin karanlığı tüm yeryüzüne hâkim olsa da, yerlerin ve göklerin sahibinin muhteşem nizam ve intizamı, adeta ahenk içinde kendini sade ve anlaşılır bir biçimde sergiliyordu.
Güneş, yani aydınlık, yerini gecenin karanlığına bırakmış olsa da, ay; gecenin ve gündüzün sırrına vakıfmışçasına, inat ve ısrarla ışıldamaya devam ediyordu.
Peki, mum ile ay arasındaki fark neydi? Oysa her ikisi de idealleri ve hayalleri için vazgeçmiyordu. Harika bir ortak özellikleri vardı: Alanları farklı olsa da, emek vererek bir amaca hizmet ediyor olmaları onları özel kılan şeydi...

Yürürken zihnimdeki düşünceleri susturamıyordum; belki etkisi geç geliyordu. Yine de yürümeye devam ettim. Biraz ileride, titrek bir sokak lambasının zayıf ışığı altında, bankta oturan bir hanım efendiyi fark ettim. Gecenin bu vaktinde, yanından geçerken “İyi geceler” dedim. Tam yoluma devam edecekken, birden “Bir saniye lütfen!” sesiyle irkildim. Kendime döndüğümde, “Kimsin sen, ey yabancı?” sualinin muhatabı oldum.

Bu soruya ise, “Gerçekler ve doğrular zincirleri arasındaki arafım ben,” diye yanıt verdim.
Ardından, “Peki sen kimsin?” diye bu defa ben sorumu yönelttim. Aldığım cevap karşısında şok olmuştum:
“Karanlıklar Kraliçesiyim.”
Ne demekti bu? Tam olarak algılarımı yitirmiş gibiydim. Zihnimde bir şeyin belirmemesi, içimdeki merakı daha da körüklüyordu. Tesadüf olamazdı; gecenin bu saatinde karşıma çıkan “Karanlıklar Kraliçesi”…  “Söyle o vakit, Araf Bey… Zihninin içindeki çatışmanın sebebi nedir?” diye bir soruyla karşı karşıya kaldım.
“Hayalimdeki dünyadan tamamen uzak, onunla hiçbir şekilde bağdaşmayan bir gerçeklik... Yaşamın sunduğu zorluk,” diyerek yanıtladım.
Karanlıklar Kraliçesi gülümsedi hafifçe. “Anlat o halde... Hayalindeki dünyayı,” dedi, bakışlarını sokak lambasının solgun ışığına çevirerek.
Benim hayalimdeki dünya; adaletin ve eşitliğin yalnızca bir kavram olarak değil, aktif biçimde yaşandığı bir şehir, bir semt, bir köy olurdu. Kimsenin kimseye kötülük yapmadığı bir yer... Çünkü kötülük yalnızca öldürmek ya da kavga etmek değildir. Psikolojik şiddetin, baskının olmadığı; insanların mertçe davrandığı, kavgada bile dürüstlüğün elden bırakılmadığı bir yaşam hayal ediyorum.

Suizan değil, hüsnüzan hâkim olsun isterim. İnsanların rahat, ferah, huzur içinde yaşadığı; geçmişten geleceğe iyilik ve güzelliğin bir genetik miras gibi aktarıldığı bir dünya...
Bilgiye değer veren, okuyan, öğrenen bir toplum... Ama aynı zamanda kibir ve egodan uzak, saygılı, mütevazı, anlayışlı bireylerle dolu bir toplum olsun isterim.
Çünkü her şey çocuklukta başlar. İnsan, içine doğduğu ailesinden, büyüdüğü çevreden, ilk kez adım attığı okuldan ve orada karşılaştığı öğretmenden çok şey öğrenir.
Topluma ilk adım, işte bu alanlarda atılır. İyiliği de kötülüğü de, doğruyu da yanlışı da burada öğrenir insan.
Elbette farkındayım; bir şeyin kıymeti, onun zıddıyla belirginleşir. İyilik, kötülük sayesinde anlam kazanır. Bu bilincin içindeyim. Ama yine de, masum bir insan olarak; çıkarlar yerine iyiliğin, menfaat yerine güzelliğin üzerine kurulu bir dengeyle ilerleyen, sade ama sürekli gelişen bir dünyayı hayal ediyorum.
Bir süre sessizlik oldu. Karanlıklar Kraliçesi hiçbir şey demedi. Sadece derin bir bakışla beni süzdü. Gecenin rüzgârı, sokak lambasının ışığını titretirken, içimde yıllardır süren karmaşanın yavaş yavaş dağıldığını hissettim.

Ve o an anladım…
Ben sadece karanlıkla savaşmıyordum. Ben aynı zamanda karanlıkta yanmayı da öğreniyordum.
Mum gibi, eriye eriye…
Ay gibi, ödünç ışığımla bile olsa ısrarla parlayarak…
Bazen bir aydınlık yaratmak için güneş olmana gerek yoktu. Karanlığın ortasında, küçücük bir ışık da yeterli olabiliyordu.
Ve belki de Araf dediğimiz şey, ışıkla gölgenin tam ortasında yürümeyi bilmekti.
İşte şimdi hazırım...
Karanlığa meydan okumak için değil sadece;
aydınlığa dönüşebilmek için.
Bu, sadece ilk fısıltıydı. Araf yürümeye başladı… Ama sessizlikten sonra konuşacak olan hâlâ susuyor: Karanlıklar Kraliçesi.