Lavinya Dergisi

YÜRÜDÜĞÜM ŞEHİR SEN MİSİN?
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Şehirler de insanlar gibi; bazıları ilk bakışta seni büyüler ama sonra içini boğar, bazılarıysa sessiz ve mütevazı; yavaş yavaş yerleşir içine, çay gibi demlenir. Ama ne olursa olsun, her şehir sende bir iz bırakır, kimi zaman bir sokak lambası kadar silik, kimi zamansa bir duvar yazısı kadar açık. Düşünelim bakalım, bir şehrin hangi köşesinde kendimizi bırakmışızdır da fark etmemişizdir? Ya da hangi kaldırımda yürürken düşürdük çocukluğumuzu, hangi ara sokakta unuttuk inandığımız cümleleri?

Şehir dediğin, taşla tuğlayla kurulmaz yalnızca. Bir şehrin gerçek harcı, içine sinmiş suskunluklardır. Yalnızca sesini değil, sessizliğini de anlatabilen sokaklar vardır; yürürken ayak sesin yankılanır da, sanki biri yıllar önce orada durmuş, sana bir şey söylemeden çekip gitmiş gibi olur. Her sokakta bir suskunluk, her duvarda bir çığlık saklıdır. “Beni fark et” diye bağırırken, diğeri “beni artık unut” der sessizce. Peki biz, tüm bu çağrılardan hangisini duyacak kadar durduk? Hangi köşede yavaşladık da, gerçekten bakabildik etrafımıza? Kimi şehirler seni giydirir, üstüne başına hüzün olur; kimi ise çıkarır her şeyi, çıplak bir gerçeğinle baş başa bırakır.
Binalar yükseldikçe, biz alçalıyor muyuz? İnsan büyüdükçe küçülüyor mu kendi içinde? Yoksa sadece yerimizi mi kaybediyoruz bu beton denizinde?

Bir şehirde yaşamak, her sabah aynı yolu yürümek değildir. Aynı yoldan geçip her seferinde başka bir hayale çarpmaktır asıl mesele. Ama kim artık hayal kuruyor ki sabah 08.15 vapurunda? Çay soğuk, gözler uykulu, düşünceler rutubetli.

Bazen diyorum, şehirler de konuşsa…
Bir banka otursam mesela, kaldırımdaki çatlağa sorsam:
“Kim geçti buradan en son, ağlayarak mı yürüdü, yoksa koşarak mı kaçtı?”
O da anlatsa:
“Biri vardı, her sabah adımlarını sayardım. Bir sabah gelmedi.”

Şehirler hafızalıdır. Sen unutsan da onlar unutmaz. İlk elini tuttuğun yeri, ilk defa içinden “gitmeliyim” dediğin sabahı,
ve ilk defa yabancılaştığın kalabalığı… Hepsini kaydederler.
Bir duvar yıkılır, yerine bir AVM dikilir ama altında sen varsındır hâlâ —bir bakışın, bir suskunluğun, bir pişmanlığınla.

Ve evet, bazı şehirler seni sever. Ama sevdiklerini de hiç güzel sevmezler. Seni alır, kendi yalnızlığına benzetir. Otur der, kal burada, sus burada, bakma geriye. Sen de kalırsın. Çünkü başka nereye gideceğini bilemezsin artık. Ama bazı şehirler seni bırakmaz.
Sanki bir sokak köpeği gibi peşinden gelir. Bir tabelada, bir sokak lambasında, başka bir kentin caddesinde çıkar karşına.
 “Unutamazsın” der. “Ben senin en çok üşüdüğün yerim.”

Şehirler bize benzer mi, yoksa biz mi onlara benzeye benzeye bu hâle geldik?
Bir adam gibi suskun, bir kadın gibi incelikli, bir çocuk gibi aceleci, bir ihtiyar gibi yorgun şehirler…
Belki de hepsi biziz.
Yürüdüğümüz yollar kadar varız.
Ve belki de en çok, geri dönmek istemediğimiz yerlere aitiz.

Yani soruyorum sana şimdi:
Sen hangi şehirsin?
Ve kim seni terk etti?