Lavinya Dergisi

BEYAZ ODA
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

İri gözlerimi odanın geri kalanı ile aynı renkte olan tavana dikmiş, yüzümdeki o garip gülümsemeyle izliyordum. Zihnim, geçirdiğim bir hayli zorlu yılların ardından o kadar boştu ki. Bomboş bir yer düşünün deseler dahi kimse zihnim kadar boş bir yer hayal edemezdi. Bu iyi bir şey mi, kötü mü, inanın ben de bilmiyorum.

  Odanın duvarında asılı olan saate bakıp, zaman hakkında bir fikir edinmek isterdim. Fakat bu aptal odanın duvarları da en az benim zihnim kadar boştu. Uzun süren fikir sessizliğinden sonra düşündüğüm ilk şey bir soruydu: Neden beyaz? Bu odada kaldığım süre boyunca hiç düşünmediğim bir soruydu bu. Bunu daha önce nasıl oldu da düşünmedim diye bir yandan hayret ederken, bir yandan bu sorunun cevabını asla öğrenemeyeceğim geldi aklıma. Çünkü her zamanki gibi bana cevap verecek kimsem yoktu. Ani bir hareketle yataktan doğrulduğumda başım bir anda felaket bir şekilde dönmeye başladı. Tıpkı lunaparkta insanların çığlık çığlığa kalıp, indikten sonra kısa bir müddet dengelerini kaybettikleri o korkunç oyuncaklar gibi hissettirdi. Açıkçası bu his bana haz vermişti. Baş dönmem durunca etrafımı incelemeye başladım. Aylardır her gün yaptığım gibi. Ne kadar garip bir odaydı. Öncelikle penceresi o kadar yüksekteydi ki, dışarı bakmak istesem herhalde üç dört sandalye üst üste koymam gerekirdi. Ama odada elbette ki sandalye de yoktu. Gerçi olsa bile ben onları üst üste koyamazdım ki.  Kapının bile bembeyaz olduğu bir odada renkli olan tek şey bendim sanırım. Kapıyı bulmak istesem herhalde saatlerce uğraşmam gerekirdi. Kapı kolu yoktu. Çünkü diğerleri de ömrümün sonuna kadar bu odadan çıkamayacağımı anlamışlardı. Bu düşünce aklıma her geldiğinde kahkaha atmamak için zor tutardım kendimi. Aslında atsam ne olacak? Nasıl olsa burada yapayalnızım.

Burada kaldığım ilk birkaç hafta hemşireler bana her on iki saatte bir renkli ilaçlar getiriyorlardı. Tabii, konsept beyaz olduğundan hemşireler de bembeyaz giyiniyordu. İlk başlarda ne verirlerse içiyordum. Tabii o zamanlar zihnim bu kadar temiz değildi. Bir süre sonra hemşireler gelmeyi bıraktılar. İşte o zaman bu renksiz odadaki tek eğlencem olan rengarenk ilaçlarım da gitti. Aslında bir keresinde bu renksiz odayı farklı bir renge boyamıştım. Kırmızıya. Çok bir renk vermemişti sanki, oda hala bembeyazdı. Zaten o günden sonra kesmişti hemşireler gelmeyi. Korktuklarını söylemişti içlerinden sarışın, uzun boylu olanı. Her ne kadar ilk başta bu durum beni üzse de bir süre sonra yalnızlığım bana iyi gelmişti. Tam acıkmaya başladığım zaman kapının açılma sesini duydum. Kafamı kapıya doğru yönelttiğimde gördüğüm kişi sözde benden korkan sarışın hemşireydi. Emin olun o benden daha korkunç görünüyordu. Önce onun donuk gözlerine, ardından da elinde tuttuğu tabağa baktım. Tabağın içi her zamanki gibi artık içmekten tiksindiğim süt doluydu. Yemek yemeyeli o kadar zaman geçmişti ki, artık çöpte yediğim o iğrenç yemekleri bile çok özlemiştim. Hemşire elindeki tabağı bırakıp çıkarken arkasından bağırdım. Bu oda neden beyaz? Ben bağırdım bağırmasına da onun duyduğu sadece tiz bir miyavlamaydı. Her zamanki gibi sesimi duymadı ve kapıyı çekip bu lanet odadan çıktı.