Lavinya Dergisi

KAVGA
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Bazen insanın içi öyle bir dolar ki, kelimeler yetmez, susmak eksik kalır, bağırmak bile dar gelir o yangına; çünkü bu bir öfke değildir sadece, bu, hayata karşı sessizce büyütülmüş bir isyandır, kırılan yerlerden sızan bir başkaldırıdır, ve kavga, işte tam da burada başlar: dışarıda değil, içeride, gözyaşlarının bile dokunamadığı derinliklerde.

Ben hayatla hiç barış yapmadım; çünkü bana ilk selamını tokat gibi çarparken, neyin dostu olabilirdim ki? Doğar doğmaz ağlayan bir bedenin içine hapsolmuşken ve sustuğum her saniye bana kaybettirirken, ben seçmedim yumruklarımı; onlar, bana ait olmayan savaşlarda şekillendi, zamanla ellerim değil, bakışlarım kavgacı oldu — birini yıkmak için değil, hayatta kalmak için.

Kavga dediğin şey, sadece kanla ya da bağırışla ölçülmez; çünkü bazı savaşlar vardır ki sessizdir, kimse görmez, kimse duymaz ama insanın içinde kıyametler kopar. Bazen yalnızca bir bakıştır kavgaya meydan okuyan — gözlerinin içine dik dik bakmak, bir adım geri atmamak, söylemediğin kelimelerin boğazında düğüm olup kalmasına rağmen dimdik durmak... işte asıl cesaret budur. Çünkü bazı anlar vardır ki sesin titrer, yüreğin kısılır, ama yine de konuşmazsın; çünkü bilirsin, kelimelerin gücü değil, sessizliğin direnci sınanıyordur.

Susmak sanıldığı gibi pasif bir teslimiyet değildir her zaman; bazen susmak, sesini yükseltmekten daha büyük bir meydan okumadır. Yutkunmak, her şeyi içe gömmek, içindeki fırtınayı kontrol altına almak, yani dağılmamak... Bu, dışarıdan bakıldığında kolay gibi görünür ama aslında en ağır savaşlar tam da burada yaşanır: kırılmadan, dağılmadan, dağ gibi ayakta kalabilmektir gerçek kavga.

Çünkü düşmek, sadece yere kapanmakla olmaz. İnsan bazen gözyaşlarını dışa değil, içe akıtır. Bazen omuzların dik, adımların sağlamdır ama içindeki inanç, yavaşça diz çöker. Umutsuzluk öyle sinsidir ki, seni seninle baş başa bırakır ve orada, o karanlık odada, tek ışığın kendine olan inancındır. Eğer o sönerse, hiçbir ses, hiçbir dost, hiçbir zafer yetmez seni yeniden ayağa kaldırmaya.

İşte o yüzden, ayakta durmak dediğim şey, yalnızca fiziksel bir duruş değil, ruhunun isyan etmeyişidir; her şeye rağmen hala direniyor olmandır. Ve bazen bu direniş, bir orduya meydan okumaktan daha zordur — çünkü savaştığın, dışarıdaki düşman değil, içindeki yenilgidir.

Ve evet, ben çok dövüştüm: insanlarla, şartlarla, geçmişimle, kendimle… ama en zorlusu, aynadaki o yabancıyla olan kavgamdı; çünkü onu yenmeden hiçbir galibiyet tam olmuyordu, hiçbir barış uzun sürmüyordu, hiçbir sevgi kök salmıyordu. Ne zaman ki onun gözlerinde acıyla harmanlanmış gücü gördüm, işte o zaman anladım ki bu kavgadan kaçmak, yaşarken ölmekti.

Bir gün soracaklar: neden hep dikenli yolları seçtin, neden hep çatıştın, neden sakin bir limana demirlemedin diye… Cevabım şu olacak: Çünkü ben bir fırtınayla doğdum; ve bazı ruhlar, durgun sularda boğulur.