Lavinya Dergisi
KALEM DEDİĞİN ON LİRA, AMA YAZDIRDIKLARI MİLYONLUK
Bir kalem alırsın... Ucuzdur, belki okulun kırtasiyesinden almışsındır. Ama o kalem var ya, sana öyle şeyler yazdırır ki, yüreğini masanın üzerine serersin de haberin olmaz.
Yazmak... Öyle romantik, öyle şiirsel bir şey değil her zaman. Bazen sinirden yazarsın. Bazen “Şu dertli gönlüm bir de seni yazsın da gör gününü!” diye. Ama her halükârda bir kalem eline düşer, sen düşersin satırların peşine. Ve başlar maraton: noktalama hatası mı yapayım, yoksa duygusal çöküş mü yaşayayım?
Kalem elindeyse, sen artık sadece biri değilsin: yazar olmasan da anlatıcısın, şair değilsen bile dertleşensin. Bir gün yazarsın: "Bugün çok güzel geçti." Ertesi gün: "Bu hayat niye böyle?" İnsan dediğin çelişkiler bütünü zaten. Kalem de o çelişkilerin not defteri.
Bazıları der ki, “Ben duygularımı anlatamıyorum.” Canım, yaz işte! Kimse virgülü yanlış kullandın diye seni sınıftan atmıyor. İçinden ne geçiyorsa dök kâğıda. Üstelik yazmak, terapi gibidir. Ama farkı şu: Seans sonunda 2000 TL ödeme yok, sadece biraz mürekkep eksilir.
Yazarken fark edersin, “Ben aslında ne hissediyorum?” diye. Çünkü bazen konuşurken gevezelik yaparız ama yazarken kelimeyi seçerken iki kere düşünürüz. Ve bazen tam da o düşünürken “hmm” dediğimiz an, ruhumuzun bize mesaj attığı andır.
Ve söylemeden geçmeyelim: Kalem bir araç değil, sırdaş olur bazen. Yazdığın o günlüğün kapağını kapatırken "Sen beni anladın be" dersin. Çünkü kalem, asla lafını kesmez, yüzünü ekşitmez, "çok abartıyorsun" demez. Sadece yazar. İyi ki de yazar.
O yüzden canım dostum, yaz. Günlük yaz, şiir yaz, alışveriş listesi yaz ama yaz. Ne olursa olsun, içindekini dışarı çıkar. Yazmazsan şişersin, sonra patlarsın, sonra “Ben kimim?” noktasına gelirsin. Gerek yok. Kalem var, kâğıt var. Gerisi gelir.
Ve eğer “Ben nereden başlayayım?” diyorsan, önce saçma sapan bir cümleyle başla. Cidden. “Bugün havuç yedim ama duygularım brokoli gibi” de mesela. Gülersin, ama içinden bir damla samimiyet aktı mı, yazı yürür. Çünkü önemli olan ilk adımı atmak, sonrası zaten sayfa sayfa gelir.
Kâğıt seninle dalga geçmez. Kalem, “Bu cümle olmadı” diye homurdanmaz. Onlar sadece senin anlatmak istediklerini dinler, sessizce seni taşırlar. Dilersen aşkı yaz, dilersen kaybolan çorabının trajedisini anlat. Her satır, biraz daha sen olman için bir fırsattır.
Belki de o ilk kelime seni hiç ummadığın yerlere götürür… Belki bir kitap, belki bir blog, belki sadece kendine biraz daha yaklaşmak. Kim bilir? Belki de yıllardır aradığın cevabı, kendi cümlelerinin arasında bulursun. Çünkü yazmak, bazen sormadığın sorulara bile cevap verir.
Yazarken, kendine acı kahve ısmarlarsın; bir yudum dert, bir yudum çözüm. Belki yazdıkça birilerini güldürürsün, belki sadece kendi içine ışık tutarsın. Ama emin ol, yazdığın hiçbir şey boşa gitmez. En fazla silinir, ama senden bir parça hep satırlarda kalır.
Ve işin güzeli şu: Kimse senden mükemmel cümleler istemiyor. Nokta virgül yanlış olabilir, ama duygun doğruysa her şey tamamdır. Yazının kuralları bellidir, ama yazmanın kalbi özgürdür.
O yüzden korkma. Kalemi eline al, boş sayfaya kocaman bir “Merhaba dünya, ben geldim!” yaz. Gerisi gelir. Ve ilhamı bulamadığında ya da sadece bir tebessüm etmek istediğinde, kapısını çalacağın adres ; kelimelerle oynamayı, yazının büyüsüne kapılanların mesken tuttuğu bir köşe. Belki de senin kelimen orada bekliyordur.