Lavinya Dergisi
AL RENGİ DORUK
Uzun, upuzun bir dağa tırmanıyorum. Etrafım sessiz ve oldukça soğuk. Tek amacım doruğa ulaşmak. Koskoca dağda tek başımayım. Düşüncelerim çoğu zaman beni boğsa da yalnızlığımdan haz duyuyorum. Yoruldukça dinleniyorum. Dinlendikçe aşağıdaki insanların fısıltılarını duyuyorum. Birçoğu benim bu yolu tamamlamaya gücümün yetmeyeceğini söylüyor. Kimi zaman ben de onların bu düşüncesine hak veriyorum. Hatta bazen pes etmek istiyorum. Zaten belli bir yüksekliğe ulaştın, bırak artık diyorum kendime ama tam da bu sırada içimdeki inatçı kişi ortaya çıkıyor. Gözlerimin içine, “Sen ne zaman pes ettin de şimdi edeceksin?" dermişçesine bir bakış atıyor. Kendimi toparlıyorum. Derin bir nefes alıp yoluma devam ediyorum. İlk zamanlar yanımda birileri olsun, bana yardım etsinler istiyordum fakat hiç kimsenin bunu yapmaya niyeti olmadı; hepsi benimle dalga geçti, küçümsediler. İşte o zaman yeniden hatırladım, ben her daim o dağa tek başıma tırmandım. Kimse olmadı yanımda. Kimi zaman yaralandım. Tırmanırken ellerim üşüdü, tırnaklarım kırıldı, kıyafetim bir taş parçasına takılıp özgürlüğüne kavuştu. Canım acıdı, üşüdüm, hatta çoğu kez düştüm. Kimi zaman daha yolun başındayken, kimi zaman ise yükseklerden düştüm. Her düştüğümde darbe aldım. Belki de eskiden olsa katlanamayacağım acıları içime gömdüm. Herkesten sakladım. Kimsenin çekip almasını istemedim; zaten kimse de çekip almak için çabalamadı.
Evet, tüm bunlar upuzun ve zorlu bir süreç oldu. Ama zamanla alıştım. Artık daha az üşüyor, daha az yara alıyor, daha az düşüyorum. Çünkü her düşüşümde nasıl daha az canımın yanacağını öğrendim. İnsanlar her düşüşümde sevindiler, dalga geçtiler ama her defasında ayağa kalktım. Kalmak zorunda kaldım. Çünkü içimdeki nefret ve başarma hissi beni her daim ayakta tuttu.
Daha hızlı tırmandım. Ellerime giren taşların açtığı yaralar her geçen gün büyüdü ve dokunduğum taşları al renge boyadı. Bu al renk benim rengim oldu. Artık al, ben oldum. Ve bu dağı ala boğmak için söz verdim kendime. Tırmandım, tırmandım, hiç durmadan tırmandım. Her geçen gün daha kararlı, daha hızlı. Fakat yolum hiç kısalmadı. Her adımda doruğa kavuşmanın hayaliyle yaşarken doruk öyle hızlı kaçıyordu ki benden aramızdaki mesafe aşılamaz oluyordu. Zaman geçti, ben ve doruk birbirimizden uzaklaştıkça uzaklaştık. Ve bir süre sonra biz yavaş yavaş aynı olmaya başladık. Her iz, her yara, her düşüş beni ona daha çok benzetti. Taşlarına sinen kanım, nefesim, direncim… Hepsi bir bütünün parçası artık. Ve bir gün… Bu dağın zirvesine varırsam, orası yalnızca en yüksek nokta olmayacak. Orası ben olacağım. Çünkü bu dağda artık sadece ben yokum, bu dağ da artık sadece bir dağ değil. Ben ve bu koca dağ artık aynı kişiyiz.