Lavinya Dergisi

EĞER ŞÖYLE OLSAYDI
Eylül DAŞDEMİR

Derler ya hani; “Dünyayı sevgi kurtaracak” diye, sevgin seni, en sevdiklerini kurtarmalı önce.

“Eğer koşullar farklı olsaydı, eğer yaşamda hak ettiğim yerde olabilseydim, o zaman her şey çok farklı olabilirdi. Çok farklı olurdu. Eğer hakkım olan yere gelemediysem, bunun suçu bende değil.” diye yazıyordu, yakın zamanda okuduğum bir Agatha Christie romanında. Sonra uzun uzun düşündüm bu cümleler üstüne; “Koşullar”, “Hak edilen yer” ve “Olup olmayanların suçu”. Bunlar böyle kesin, belli ve net cevapları olabilecek şeyler mi sahiden? Bence değil.

“Koşullar” dediğimiz şey örneğin; Herkesin (hepsi benzer hayatlar işte denilse de) yaşadıkları, karakterleri, aileleri ve çevreleri, sevinip üzüldükleri, kısacası başlı başına her şeyleri bambaşkayken, nasıl olur da ötekinin berikinin koşullarına sahip olsaydı her şeyin daha iyi olabileceği fikrine kapılır ki insan? Diyelim ki tüm koşullar aynı ve eşit, peki ya karakterlerimiz? Huyu suyu, sevdiği sevmediği şeyler, duygusal mı sert mi, güleç mi ciddi mi ve daha sayabileceğimiz bir sürü özelliği tıpatıp aynı olan iki kişiye rastladınız mı hiç? O halde tüm koşullar aynı olsa bile karakterlerimiz, farklılıklarımız nedeniyle, aynı konu için biz A yoluna karar veriyorsak beriki B yolunu tercih edebilir. Bu yüzden “Koşullar aynı olsaydı” tezi benim için çürümüş oluyor. 

“Hak edilen yer” dediğimiz nedir peki diye düşünelim? Kim neyi hak ediyor dersek, elbette bunun kararını ancak kişinin kendisi verebilir. Evet burada hemfikiriz. Ama neresi orası işte? Sabit bir yer olmadığı kesin. Detaya inecek olursak; Yoksul bir çocuğa sorarsanız örneğin; “Bir sürü oyuncağının olmasını ya da belki istediği her şeyi alabilecek kadar parası olmasını hak ettiğini söyleyebilir. Çünkü hiçbir çocuk onunki gibi bir hayat hak etmez değil mi? Hasta bir gence soralım; Hayatının en güzel yıllarını sağlıklı bir şekilde yaşamayı hak ettiğini söyleyecektir haklı olarak. Huzurevinde yaşayan bir teyzemize soralım; onca emek vererek büyüttüğü evlatlarının onu oraya bırakmasını hak etmiş midir? Elbette hayır, sorsak o da bambaşka bir hayat hak ettiğini söyleyecektir mutlaka. Yani tersten bakacak olursak; hasta genç mesela, hasta olmadan önce sorsaydık aynı soruyu, ömrünün en güzel yıllarını hastanede geçireceğini bilmeden önce yani, gelir miydi aklına sağlıklı bir hayatı hak ettiğini söylemek? Bence hayır. Yoksul çocuk “yoksul” olmasaydı yani, yaşlı teyzemiz evlatlarıyla, torunlarıyla bir arada, mutlu mesut yaşıyor olsaydı, herkesin “hak ettiğim yer” cevabı bambaşka cevaplar olmaz mıydı? Velhasıl “hak ettiğim yerde olabilirdim” dediğimiz yere ulaşsak dahi bu sefer daha başka bir şeyi hak ettiğimizi düşünürdük. Bu yüzden bu tez de benim için çürüyor.

Gelelim “Suç” konusuna; “...eğer hakkım olan yere gelemediysem bunun suçu bende değil” dedirtmişti yazar romanındaki karakterine. Hayatımızdaki tüm kararlar, yaşamak zorunda olduğumuz her şey bize mi ait bilemiyorum. Belki ailelerimiz etkilidir kararlarımızda, yaşantılarımızda (ki burada bir suçlu bulmak çok daha kolay olacaktır), belki de hayat, almamız gereken dersleri almadan o istediğimiz yere göndermiyordur bizi. Veya yapabileceklerimizin sınırlarını yeterince zorlamıyor ve suçlu aramayı daha kolay buluyoruzdur. Ben burada bir günah keçisi aranmasının yanlışlığını vurgulamak istedim. 

Elbette Agatha Christie gibi büyük bir yazarın cümlelerini, böyle tahlil etmek pek kolay değildi. Ama buna “yazarın değil, karakterinin cümleleri” şeklinde bakarak yorumlamak bana yardımcı oldu. Naçizane yorumlarımı sizlerle paylaşmaktan keyif alıyor ve herkese “hak ettiği yerler”e adım adım ama “kendi koşulları, kendi sorumluluğuyla” ulaştığı güzel yarınlar diliyorum.