Lavinya Dergisi

BİR NEDENİ OLMALIYDI, AMA YOKTU
Osman YAVAN

İnanıyorum ‘‘ Elbet Bir Gün! ’’ İnsan dünya’ da ne için var olduğunu anlayacak…

Her gün yeni bir güne başlıyoruz. Biliyoruz ki bugünün dünden farklı olacağına dair büyük bir beklenti yok. Rutin devam ediyor; takvim değişse de ruhumuz aynı yorgunlukla sürükleniyor. Etrafımızda “idiopatik ruhlar” var; sebebi bilinmeyen bir hüzünle, donuklukla ya da öfkeyle yaşayan insanlar. Onların davranışları, sessizlikleri ya da taşkınlıkları farkında olmadan bizleri de etkiliyor.

İnsan bazen kendi içini bile anlayamaz. Ne üzgün olduğunu bilir, ne de mutlu. Neye darıldığını bilmeden uzaklaşır. Tıpkı tıptaki “idiopatik hastalıklar” gibi… Bir şey vardır ama nedeni yoktur. Belirti vardır ama tanı yoktur. Sebebi bulunamayan bir hastalık gibi, bazen yaşamda da bir bozukluk olur ama kaynağını saptayamayız. Belki de çağımızın en yaygın hali budur: nedeni bilinmeyen bir varoluş bozukluğu. Herkesin yaşamına dair bir hikâyesi vardır; fakat kimse ne anlatmak istediğini tam olarak bilemez. Tıpkı bir hastalık gibi: adı konmuş ama kökeni belirsiz; nasıl bir tedavi uygulanacağı da meçhul.

Gözlemler

Toplum içinde herkesin yaşam algısı aynı değildir. Aynı mesleği icra ediyor olsak da, gözlemler gösteriyor ki olayları anlama, yorumlama ve hayatımıza uyarlama biçimimiz oldukça farklıdır. Bu durum, bireyler arasındaki zihinsel ve duygusal farklılıkların açık bir yansımasıdır.
Bazı insanlar vardır; iyi bir işe, sağlam bir çevreye ve sağlıklı bir bedene sahiptirler. Ancak içlerinde bir boşluk hissi taşırlar. Mutlu olmak için gerekli her şeye sahipmiş gibi görünürler ama tebessümleri hep yorgundur. Sebebi sorulduğunda ise sadece başlarını sallar ve “bilmiyorum” derler.
Bir başkası, en zor koşullarda bile umutla yürür; en küçük gelişmeyi bile sevinçle karşılar. Hayat herkese aynı sınavı vermez; ancak bazı insanlar, nedenini bilemediğimiz bir karanlıkla başlar güne. Sebepsizce öfkelidir, sebepsizce kırgındır. Tıpkı bir tıp öğrencisinin, mitral stenozu anlamaya çalışırken gözünden kaçırdığı bir ayrıntı nedeniyle teşhise ulaşamaması gibi… Bu “idiopatik ruhlar” da en belirgin hastalıklar kadar etkilidir. Görünür bir nedenleri yoktur ama varlıkları içsel sağlığımızı bozabilecek güçtedir.

Günlük Hayata Etkileri

Bu insanların günlük yaşantımıza etkisi oldukça yorucu ve bunaltıcı olabilir. Kendi dünyalarında, zihinlerinin oyunlarıyla oluşturdukları düşünce yapısını çevresine empoze etmekte başarılıdırlar. Bizler de farkında olmadan onların oluşturduğu karanlık atmosferin içinde nefes almaya başlarız. Bu ruh hâli bir yansıma gibidir; kendi içlerindeki düzensizliği dış dünyaya yansıtırlar.

Elbette, bu insanlara karşı ruhsal savunmalarımız vardır. Ancak “istisnalar kaideyi bozmaz.” Bu kişiler değişime, yeniliğe kapalıdırlar. Yalnızca kendi doğruları ile yaşarlar. Hayatı bu doğrularla şekillendirir, dünyayı da bu dar sınırlar içinde görürler. Zihinsel bir kapanış hâli vardır; dışarıdan gelen ışığa karşı örülmüş bir duvar gibidirler. Bu durum bizi de etkiler. Çünkü nerede yaşarsak yaşayalım, soluduğumuz havanın enerjisi ruhumuza, hücrelerimize kadar işler. Ve farkında olmadan, kendi içsel ritmimizi kaybetmeye başlarız.
Bu durum bir tür duyusal “bağışıklık” kaybı gibidir. Kendi düşüncelerimiz arasında kaybolur, başkalarının fikirlerinin etkisinde sürükleniriz. Sonunda belki de kendimizi kaybederiz ama farkına varmayız. Bir gün aynaya bakarız ve karşımızda bizi tanımayan bir yabancı görürüz. İşte bu, çevremizdeki “idiopatik ruhlar”ın etkisiyle yavaş yavaş silinen kimliğimizin yansımasıdır. Bir hastalık gibi değil; ancak varlığı bir yara gibidir. Dışarıdan fark edilmez ama içten içe her şeyin içinden geçer.
Elbette bu insanlara uymayı ya da onların düşüncelerine göre yaşamayı savunmuyorum. Amacım; bu karanlık ruh hâllerinin patofizyolojik yapısını anlamak ve açıklamaktır. İnsanların bu durumlardan etkilenmeden, bilinçli bir farkındalıkla içsel dengelerini ve sağlıklı düşünce yapılarını sürdürebilmelerini istiyorum. Bunu yaparken, adeta bir diferansiyel tanı gibi ruhsal durumları değerlendirmeli ve bu farkındalıkla içsel huzuru koruyarak dış dünyadaki “idiopatik” etkilerden uzak durmalıyız.

İçsel Çözüm Arayışı

Ruhsal dünyamızda çoğu zaman dışsal etkilerle ve bilinçaltımızın gölgeleriyle savaşırız. Bu savaş kimi zaman sessiz, kimi zaman da gürültülüdür. Ancak her zaman bir çözüm arayışıdır. Çözüm ise dış dünyada değil, içsel dengemizde, kendimize dönebildiğimiz anda başlar.
İçsel çözüm arayışı, dışsal bozulmalara karşı geliştirilmiş en güçlü savunma mekanizmalarından biridir. Bu yalnızca bir kaçış değil; aynı zamanda bir farkındalık yaratma çabasıdır. Farkındalık, insanın kendi içindeki dengeyi keşfetmesi, ruhunun ritmini bulması ve nihayetinde içsel huzura ulaşması için bir anahtardır. Kendi içsel dünyasına hâkim olmak; dış dünyadaki kaos ve karmaşadan etkilenmeden var olmanın en sağlam yoludur.
Tıpta bir hastalığın tanısı konmadan önce farklı olasılıklar arasında ayrım yapılır. Ruhsal dünyada da, “idiopatik” olarak tanımlanan durumları çözümleyebilmek için benzer bir süreç işler. Farklı düşünce biçimlerini, duyguları ve ruh hâllerini ayrıştırarak asıl sorunun ne olduğunu anlayabiliriz. Bu süreçte kişi, kendi ruhsal sağlığını iyileştirmek için kendi yolunu bulur.

Ancak bu kolay bir süreç değildir. Kendi içimize dönüp gerçeklerimizle yüzleşmek çoğu zaman zorlayıcıdır. Yine de her çözüm bir içsel yolculuğu gerektirir. Ruhumuzun derinliklerine indiğimizde, çözümün hep içimizde var olduğunu fark ederiz. Gerçek sorumluluk ise bu yolculuğu gerçekleştirmek ve karanlıkta kaybolmadan kendi ışığımıza ulaşabilmektir.