Lavinya Dergisi
MUM VE İP
Mum, sessizce yanıyordu. Bağrına sardığı ip, sıcaklıkla yavaş yavaş çözülüyordu. Alev, görünmeden işleyen bir bıçak gibi ipi tüketiyordu. Mum ise sarsılmadan eriyordu. Ne mum sıcağından vazgeçiyor, ne ip çözülmekten kurtuluyordu. Her ikisi de biliyordu ki, sıcaklık bir yandan sarıyor, bir yandan yok ediyordu. Direnen ip de, ısınan mum da kaderlerini seçemiyordu. Sonuç belliydi: sarıldıkça eriyecek, yandıkça kopacaklardı.
İnsanoğlu da böyleydi. Nicesi sevdiklerini korumak isterken aşındırırdı. Yakınlık sanırdı sınırsızlığı… Oysa her müdahale biraz daha çözerdi bağı. Hani, sahip çıkmak isterken boğmak gibi. Hani, yaşatmak isterken öldürmek gibi. Kimi zaman bir dostu, kimi zaman aşkı, kimi zaman ninnilerle büyüttüğün evladı. Kimi zaman da bir fikri, bir umudu, hayali… İnsan her şeye karışıp kendi fikrini üstün sayardı, kendinden verdiğini düşünür, adım adım yok ettiğini fark etmezdi. Bir sözle, bir bakışla, iyi niyetle bile incitir, konuştukça yavaş yavaş yitirirdi. Severek aşındırır, sahiplenerek yıpratır, sararak soldururdu. Bunları yaparken, aşk sandığı yerden acı devşirir, güven sandığı yerden yalnızlık toplardı. Fakat geri adım atmayacak kadar büyük bir kibri vardı!
Ve en acısıysa, en sağlam sandığı yerden çözülürdü ilişkiler. Ne akrabalık bağı kalırdı, ne aynı sofrayı paylaşmanın sıcaklığı, ne de aynı kökten geldiğini hatırlamanın ağırlığı. Ne aşkın büyüklüğü eskisi gibi dururdu, ne dostluğun yüceliği. Zamanla her şey, fazla sıcağın altında gevşer, çözülür, dağılırdı. Elde kalan yorgun bir boşluk olurdu. İnsan çaresizce kabul ederdi: “Mumu, en çok bağrına bastığı, ip eritirdi.”