Lavinya Dergisi

KENDİNİ BİL
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

“Kendini bil.”

    Bir söz bu ama sıradan değil. Bir çağrı bu, içe doğru yapılan uzun ve yalnız bir yürüyüş. Sokrates’in yüzyıllar öncesinden bıraktığı bir iz. Sadece filozoflara değil, zamanın her insanına sesleniş. Çünkü insan, dış dünyada aradığını çoğu zaman iç dünyasında yitirir. Bu yüzden “Kendini bil.” demek, aslında kaybolan yönünü bul demektir.

Eski zamanlarda bilgi; kitapla, unvanla ya da iktidarla değil; soru sormakla başlardı. Sokrates sıklıkla şu suali sorardı:

        - Sen kimsin?
Cevaplar gelirdi:
- Bir tüccarım, bir savaşçıyım, bir babayım.
Ama o susar, karşısındakinin gözlerine uzun uzun bakar, ardından soruyu derinleştirirdi:
- Gerçekten sen misin bütün bunlar? Yoksa sana biçilen roller mi?
Çünkü ona göre bilgelik, dışını bilmek değil, içini çözmekle başlardı. 

      Bugün zaman farklı. Dünya çok hızlı. Bilgiye erişmek kolaylaştı ama kendini tanımak zorlaştı. Göstermek, görünmekten daha önemli hale geldi. İnsanoğlu ne hissettiğinden çok, nasıl algılandığını düşünür oldu. Peki, profillere yazılan o koca koca cümlelerin kaçı doğru? Kaçı içeride saklı? Ne yapmak istiyor? Neyi susturuyor? Kime dönüşmeye çalışıyor? Gözden kaçırıyor! İnsan, kendini tanımadan anlatmaya kalkarsa… Anlattığı her şey beklentiden ibaret oluyor. Ve beklentilerle kurulan kimlik, en küçük sarsıntıda dağılıyor. Kimse inanmıyor! Tüm çevre gerçeği biliyor. Bu nedenle Sokrates’in sözü hala çok canlı duruyor:

       “Kendini bil.”

       Cevap hep aynı yerden göz kırpıyor. Kendin denilen, ne ekranda, ne onayda, ne başarıda saklanıyor. O çok derinde tatlı uykusundan uyanmayı bekliyor. Çözümse, cesaretle onu uyandırmaktan geçiyor.