Lavinya Dergisi
TABUTTAKİ YABANCI
Bedire AKARAY
Ve akıl sessizce kalbin bagajına saklanır. Yakalanmadan geçebilsin diye dua eder dünyanın sınırından.
32 Aralık 2004 Perşembe - Rpagson Kum Saati Fabrikası
Ah dostum, ruhun kim bilir nerede. Çok özledim seni. Kendimi affedemiyorum. Kafatasımı benden kıskanan mayasız hayaletlerden kurtulamıyorum kirpiklerimin ardındaki müştemilatlarda. Her gece bin mızraktan sıyrılarak daldığım uykulardan sol kulağımın kökündeki cızırtılı bir fısıltıyla diriliyorum. Ne söylediği şeyi anlayabiliyorum ne de bir şey söylemiyormuş gibi davranabiliyorum. Sanki benim yerimde okyanuslar ile bulutlar arasına sıkışmış olan, bahar gibi bir gelip bir giden, huzursuz kuğurtularla fark edilmek için uğraşan sensin. Seni varlığımdan ayırt edemiyorum. Artık gölgem eskisinden daha siyah. Seninki de eklendiği için sırtıma. Nerden bilebilirdim böyle olacağını. Bilsem bile yapmayacak mıydım sanki. Belki de her birimiz tahmin edemeyeceğimiz bir köşede tahmin edemeyeceğimiz bir şey tarafından avlanmak için dünyadayız. Öyleyse avcı kim, kim bu karnı doyan? O kadar çaresiz bir haldeyim ki o avcıyı bulmak istememin tek sebebi kanımın tadını beğenip beğenmediğini sormak. Lakin anlaşılan çok şey istiyorum. Hatta belki de canımı. Ah acı. Beni öldürüyor. Öldürüyor. Duvarlarımın dışında olanlara duyarsızmışım, anlatıp duruyorlar. Ben içimde kayboluyorum. Çayda çözünen şeker gibi değil, yılanın kuyruğundan diline taşınan zehir gibi. Düz duvarlar bile labirente dönüşüyor. Çıkmak istiyorum tavandaki kapıdan. Ya da dünyadaki tüm kapıları aynı anda çalmak. Böylece kimse asıl açılmasını dilediğim kapıyı fark etmeyecek sanki. Hayır, beni göremeyecekler. Ruhum o kadar çok parçaya bölündü ki, ölemiyorum bile. Çünkü ölebilmem için önce tüm parçalarımı bulup bir tabuta sığdırmalılar. Benim parçalarımı benden başka kim arar dostum? Arasa da bulacağını sanmıyorum. Ah uyarmışlardı, uyarmışlardı beni baştan. Gerçi uyarı dediğin nedir ki, kaderin kürdanı sadece. Bu yüzden kimse onu takmaz ve kader kavşağında muhakkak kazaya karışır. Sonrasında aynadaki 1.75’lik insan bir buçuk tutam cam kırığıdır ve o kırıklar gözlerinden dökülmüştür. Hepimiz dünyaya gözbebeklerimizde çukur aynalarla geliyoruz. 2 metreye yakın ve iki ayağının üstünde durabilen, dudakları dikenlerle kaplı sarsılmaz varlıklar sanıyoruz kendimizi. Hâlâ neden savrulmam için yeterli bir sineğin kanat çırpışı? 2 metreye yakın boyumun yarısından fazlası tabut, geri kalanı kefen. Diğer birkaç santimde kalbim ayaklarını uzatmaya çalışıyor. Tabutumdan güç alarak düşmüyor göğüs kafesimden. Umudu var, direniyor. Sanki benim suçum değilmiş gibi. Kendimi affetmeliymişim gibi. Huzur bulmalıymışım gibi. Bir yürüyüş beni nerelere getirdi böyle. Ben kimdim ki, kim oldum? İsimsizler ülkesinde baş harfimi beğenmediğim için ağlıyorum. O gün sadece çıkıp biraz yürümek istemiştim. Başımda mavi bir şapka vardı. Siyah maskem ağzımı, burnumu ve gölgede üşümeyeceğini sanan ruhumu gizlemek içindi. Şehir günlerdir güneşi bulamıyordu. O kadar uzun süredir kar yerdeydi ki toprakta uykuya dalmış çimenlerin de beyazladığını düşünüyordum. Yürümeye başladığımda gri bir soğuk, parmak boğumlarımı çatlatıyordu. Hassas tenim o kadar kurumuştu ki, şifreli bir haritaya benziyordu derim. Çatlaklar kanla doluyor ve nedense verdiği acı hoşuma gidiyordu. Acı bana az da olsa yaşadığımı hissettiriyordu. Yürüdüm on bin balta boyu yolu. Ta ki ormana varıncaya dek. İçimde çekişmeli bir ölme isteği vardı. Azrail ve saat arasındaki savaşın ortasındaydım. Hangisi kazanırsa o alacaktı ruhumu. Karla kaplı çınar ağaçlarının yer yer kristalleşmiş dalları taşlaşmış yılanlar gibiydi. Öğle vaktiydi ancak kafamı kaldırsam dolunayı göreceğimi biliyordum. Çünkü dengesini şeytana satmış bu dünyada gece ve gündüz de artık utanmazdı birbirinden. Gökler o kadar sessizdi ki bulutlar rüyalarındaki beyaz güneşe dalıp gitmiş, dünyayı ve sulamaları gereken tarlalar dolusu ayçiçeklerini unutmuşlardı. Yıldızlar kimsenin dilek tutacak vakti olmasın diye aynı anda kayıyordu. Hep gölgemde saklanan geçmişim küle dönüşmek için başka bir yangına daldı ve ben senin ruhunu gördüm. Ormanın ortasında iki heykel vardı karşılıklı. Birisi sol, birisi sağ ayağını bükmüştü. Görünmez bir ayna varmış gibi hissettim aralarında. Kimse onu görmez ama o herkesi görür. Biliyordun zaten. Sende ordaydın. Karşımdaydın. Ve çekip vurduğum an gözümün kaldırımından inmedi hiç. Pırıl pırıl kürkün, şimşek şimşek gözlerin, bayat et kokan soğuk nefesin, dolunayda sızlayan kemiklerin, sert suretin. Artık söylediğim hiçbir şeyin faydası olmaz. En iyisi vakit kaybetmemek. Devamını anlatmalıyım. Bir küllük kadar kalmış canım daha çok yansın diye. Seni vurduktan sonra o kadar korktum ki cesedinden, onu alıp sırtımdaki tabuta sakladım. Belki bana bile yer kalkmadı. Ama seni o soğukta öylece bırakamazdım. Çıkamadığım yolların da yuvarlandığım yokuşların da sorumlusu sen değildin, evet, ama seni ortadan kaldırırsam kafamdaki kalabalık tenhalaşır sandım. Kaderin kitabını alfabesiz sanacak kadar cahil olduğuma gülme. Ulumalarından da korktum. Yaşamak için bir sebebim varmış gibi hissetmek adına öldürmeye ihtiyacım olması o kadar zavallıca bir histi ki, ufacık bir hiçlik de ekledim tabutuma, yastık niyetine. Kesilmiş ayaklarımı uzatacak bir yorganı ise hak etmiyordum zaten. Yüreğimi saracak kadar bir sis kaldı geride. Hiçliğin hemen tırnak ucunda. Bana da biraz yer açılsın diye nefesimi tutmaya karar verdim. İşe yarar mı bilmem. Vasiyetimi çoktan güncelledim. Okuduklarında tabuttaki yabancıyı sen sanacaklar. Ama hayır. Benim asıl yabancı. Çünkü ölüm hayatın kardeşi ve ben hayatla tanışamadım dostum. Hayatla karşı karşıya dururken bile göremedim onu. Ölüm de tanımayacak beni bu yüzden. Kimse tanımayacak. Kendi tabutumda bile yabancı olacağım. Ama beni yalnız bırakmayacaksın dostum orada. Sana seçme hakkı vermediğim için özür dilerim. Ruhuna sormadan affet beni. Ancak bazen bazı haklara hiç ihtiyacımız yoktur belki de. Her insan iki şeyde uyanmadan ölmez mi eninde sonunda? Rüyalar ve beklentiler. Cehennem bu ikisinden sızar Samanyoluna. Zaten hiçbir insan yoktur ki bu ikisinden değil yakasını kurtarmak azıcık uzaklaşabilmiş olsun. Olmaz, olmuyor. Ama benim avantajım ikisini de aynı noktada birleştirebilmiş olmam oldu. Artık rüyam da beklentim de aynı. Ölüm. Büyük bir bedel ödedim bu seviyeye gelene kadar. Sen gidince oldu hepsi, hiçbir şey eskiye benzemedi. 9. Senfonim geldi çattı ancak şimdi de bitmek bilmiyor dostum. Bilmiyor.
Gökler dolusu sevgiler
Can Algiz
30 Şubat 2022 Cuma - Rpagson Deniz Birlikleri 5. Ordu Yerleşkesi Kütüphanesi Ana Salon 3
Sevgili Prenses Şehriçiçek, düşünceli hediyelerin için teşekkürler. Kafilen dün gece buraya vardı. Hepimiz iyiyiz. Lakin sana açmam gereken önemli bir konu var. Babamı sonsuzluğa uğurladık. Ölüm haberinden sonra Kimim bana onun vasiyetini getirdi. Ve vasiyeti görünce büyük bir şok geçirdim. Çünkü babam vasiyetinde onu kendisinin yıllar önce elleriyle hazırladığı bir tabuta gömmemizi istiyordu. Tabutta bir de dostunun olduğunu ve kendisini de onun yanına o tabuta bırakmamızı istiyordu. Önce babamın saçmaladığını düşündüm, her zamanki masallarından birini uydurduğunu. Ancak vasiyetinde tarif ettiği yere gidip söz konusu tabutu bulduk ve açtığımızda şok geçirdik. Çünkü tabutta mor bir kurdun tazecik cesedi vardı. Ah Şehriçiçek, sende biliyorsun babam ormanda bir kurdu vurduğu o günden beri bir daha asla eskisi gibi olamadı. Ancak bunu bilmeme ve yıllar önce kabullendiğimi sanmama rağmen şimdi bu şahit olduklarımı anlamlandıramıyorum. Daha fazla kendimle baş edemeyeceğim. Lütfen bana yardım et. Ya kendin buraya gel ya da birilerini gönder. Bu mektubumu sana Kimim ile gönderiyorum çünkü artık onunla da karşılaşmanızın vaktinin geldiğine inanıyorum. Mektubuma cevabını doğrudan Kimim’ e bildirebilir veya bana yazabilirsin. Sabırsızlıkla bekliyorum.
Sahiller dolusu sevgiler
Hayat Algiz