Lavinya Dergisi

SOĞUK ELLER
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

Soğuk ve zifiri karanlık odamda, gecenin ıssızlığı ile boğuşarak daldığım derin uykumdan, boğazımdaki bir çift soğuk elin nefesimi kesmesiyle uyandım. Önce, yeni uyanmanın tesiriyle ne olup bittiğini anlamaya çalıştım. Gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım. Yatağımın ucundaki çalışma masama, pencerenin önündeki yarı ölü çiçeğe, duvarımda asılı duran sahte gülümseme dolu resimlere baktım. Boğazımda bir yumru hissettim. Yutkunmaya çalıştıkça batan, adeta bir düşman edasıyla boğazımı sıkan bir yumru...

Odam hâlâ yatağa ilk girdiğim anki kadar soğuktu; fakat bu soğukluk hava durumundan değil, benim tükenmek bilmeyen düşlerimden kaynaklanıyordu. Kapalı kapıya doğru baktım. Hayatımdaki her kapı gibi o da sıkı sıkıya kapalıydı. Odada sessizlik hâkim olmasına rağmen kulağıma bir fısıltı geliyordu. Tiz bir kadın sesi ismimi durmaksızın zikrediyordu. Sesi o kadar rahatsız ediciydi ki ismimi her işittiğimde tüylerim ürperiyordu. Şimdiye kadar kendi ismimin bana bu kadar korkunç gelmemesi dikkatimi çekti. Korkunç olan ben miydim yoksa ismim mi, karar veremiyordum.

Zihnimdeki bu savaşa bir son vermeye çalışırken koridorda ayak sesleri duydum. Kapının önündeki her kimse, pek kibar olduğu söylenemezdi. Adımları o kadar sert ve hızlıydı ki adeta küçücük koridorda kilometrelerce koşuyordu. Bir süre sonra sesler kesildi. Gözlerimi kapatıp uykuma devam etmek istedim fakat gözlerim kapanmıyordu. Kendimi zorluyordum, gözlerimi kapatmak için savaş veriyordum, fakat olmuyordu. Göz kapaklarım bir anda o kadar güçlü hâle geldi ki ellerim dahi kapatmaya yetmiyordu. Koridordaki ses şimdi de kapıma vuruyordu. Kapıdan gelen tok ses başımı ağrıtıyordu. Sanki günlerdir aynı sesi duyuyormuşum gibi tahammül seviyem bir hayli azalmıştı. Sinirden ellerimin titrediğini fark ettim. Bir hışımla kalkıp kapıyı açmak, kapının ardındaki kişiye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Kalkmaya kesin karar verdim fakat bu sefer de ayaklarım hareket etmiyordu. Yorganı üstümden çekip atmak istedim fakat ellerimin de ayaklarımdan aşağı kalır yanı olmadığını anladım. Gözlerim yaşla doldu. Yavaş yavaş korkuyordum. Bana ne olduğunu anlamıyordum. Gözümden akan yaş yastığıma düştü. Yastığım her gece olduğu gibi gözyaşımla kavuşuyordu. Tam o sırada kapı yavaşça sonuna kadar açıldı. Zifiri karanlık oda bir anda ışık şölenine dönüştü. İçeri uzun, kocaman elleri ve kocaman gözleri olan bir kadın girdi. Sırtında kanata benzer bir çift tüy yumağı vardı, beyaz elbisesinin kollarından uzunca bir ip sarkıyordu. Tam karşıma geçip bana baktı. Gözlerindeki bakış o kadar soğuk, o kadar tanıdıktı ki içimdeki korku yavaş yavaş yok olmaya başladı. Kocaman ağzını gülümsemek için açtığında dişlerinin olmadığını fark ettim. Gariptir ki bu bana güven verdi.

Tam rahatlamışken koca elini yüzüme getirdi. İnce parmakları yüzümün her bir noktasına temas edip okşar hareketlerle geziniyordu. Burnuma dokunduğunda gıdıklanmaya başladım ve güldüm. Sanki bir arkadaşımla şakalaşıyordum. Tam o sırada ellerini boğazıma dayadı. Nefes alamıyordum. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Onu itmek için uzandım fakat gücüm yetmiyordu. Çırpındıkça uzun tırnakları boğazıma giriyordu. Odanın aksine sıcacık bir sıvı boğazımdan göğsüme doğru akmaya başladı. O an canımın acısını unuttum. Düşündüğüm tek şey, ben tam da ona güvenmişken neden beni öldürdüğüydü.