Lavinya Dergisi

EYLEM VE HAFIZA
Osman YAVAN

İnanıyorum ‘‘ Elbet Bir Gün! ’’ İnsan dünya’ da ne için var olduğunu anlayacak…

Hayatımız, bir bilgisayar dosyasındaki klasörler gibi karmaşık bir arşive benzer. Her anımız, her düşüncemiz, her duygumuz, bir şekilde bir yere kaydedilir. Bu dosyalar bazen dağınık olur, bazen düzenli; bazıları yıllarca bir köşede beklerken, diğerleri anında silinir ya da unutulur. Ancak, her kaydın bir değeri, bir anlamı vardır, tıpkı bir dosyanın içeriğini ne kadar önemseyip ne kadar zaman harcayacağımıza dair aldığımız bilinçli kararlar gibi. Bir dosya, yalnızca bilgiyi değil, anı, hissiyatı, hatta bir yaşamın izlerini de taşır. Fakat, bu dosyaların hepsi arşivde tutmak için uygun olmayabilir. Eylemlerimiz, hayatımızın en somut izleridir. Bir düşünceyi hayata geçirdiğimizde, onu bir tür "dosyalama" işlemi gibi düşünebiliriz. Düşünceyi eyleme dönüştürdüğümüzde, aslında kendimizi bir yola sokmuş oluruz. Ancak bu yol, her zaman temiz ve düzenli olamayabilir. Bazı eylemlerimiz, geri dönüp baktığımızda gereksiz, anlamını yitirmiş ya da aslında bizi daha fazla yüklemiş olabilir. Bu noktada, "dosyalama" ya da "çöp kutusu" kavramları devreye girer. Bir dosya, gereksiz hale geldiğinde, kolayca silinebilir; fakat bir insanın düşüncelerini, eylemlerini silmesi o kadar kolay değildir. Çoğu zaman, bazı eylemleri ya da anıları zihnimizde saklar, onlara değer veririz, ancak bir noktada artık onları geride bırakmak zorunda kalırız. Bu denemede, eylem, dosyalama ve çöp kutusu kavramlarını birleştirerek, yaşamın karmaşasında nasıl seçimler yapabileceğimizi, hangi anıları saklamamız gerektiğini ve hangilerini bir kenara bırakmamız gerektiğini keşfedeceğiz. Çünkü bir yandan geçmişi arşivlerken, bir yandan da gereksiz yüklerden arınmak için içsel bir çöp kutusuna ihtiyacımız vardır."

Eylem
Eylem, insanın varoluşunun en belirgin izidir. Bir düşüncenin, bir hayalin ya da bir arzunun hayata geçirilmesidir. Düşünceler yalnızca zihinde uçuşan soyut dalgalar olarak kalabilirken, eylemler o düşünceleri somutlaştıran, onları zamanın içinde kalıcı kılan, yaşamın ta kendisidir. Her eylem, bir izi geride bırakır; kimi derin, kimi sığ. Ancak bir iz bırakmak, çoğu zaman beklenmedik bir anlam taşır. Zihnimiz, bir düşünceyi ne kadar karmaşık bir şekilde şekillendirirse şekillendirsin, o düşünceyi eyleme dönüştürmek, onu hayata geçirme cesareti, varlıkla yüzleşmektir. Ve bu yüzleşme, her zaman huzurlu bir karşılaşma olmayabilir.

Eylem, bir tür varoluş mücadelesidir. Felsefi olarak, varlık düşüncenin ötesine geçmeyi gerektirir. Hayatın anlamını arayan bir insan, düşüncelerinin ve hayallerinin sadece bir soyutluk olmaktan çıkıp, somut bir gerçekliğe dönüşmesini ister. O yüzden eylem, bir tür anlam yaratma çabasıdır. İnsan düşüncelerini hayata geçirdiğinde, kendi varlığını dış dünyaya yansıtır, bir tür kendi varlık izini bırakır. Ancak bu izler her zaman temiz ve saf değildir. Çünkü eylemler, bazen düşüncelerin saf halinden uzaklaşarak, karışıklığa, yanlış yönlere, çelişkilere yol açabilir. Bir düşünceyi gerçekleştirmek, bazen o düşüncenin getirdiği sorumlulukları da beraberinde getirir.

Mantıksal bir bakış açısıyla, eylem, sonucunun her zaman hesaplanabilir olması gereken bir süreçtir. Bir düşünceyi gerçekleştirmeye karar verdiğimizde, o eylemin tüm olasılıklarını göz önünde bulundurmak, riskleri ve faydaları analiz etmek, belki de bir tür mantıklı strateji oluşturmak gereklidir. Ancak insan ruhunun mantıkla ölçülemeyen yönleri vardır. Duygusal dürtüler, o mantıklı hesapların önüne geçebilir. Bir insan bazen aklına değil, kalbine veya içsel bir sezgisine dayanarak harekete geçer. Bu da eylemi, her zaman tahmin edilemez, sıklıkla irrasyonel kılar. Eylem, zaman zaman insanın kendi içindeki kaosla yüzleşmesidir, bu yüzden tüm hesaplamalar ve planlar, bir duygunun, bir arzunun etkisiyle bozulabilir.

Eylemin, duygusal boyutu ise insanın en derin ve en çelişkili yönlerine işaret eder. Bir eylemi gerçekleştirmek, çoğu zaman büyük bir cesaret gerektirir. Çünkü eylemler, sadece dış dünyayı değil, insanın iç dünyasını da etkiler. Eylemler, acıyı, mutluluğu, umudu ve kaybı da taşır. Bir insanın eylemi, sadece bir hedefe ulaşmak için atılan bir adım değildir; o eylem, bir ömrün bir parçasıdır, geçmişin ve geleceğin bir kesişimidir. Kimi zaman bir insan, yalnızca o anki duygularına yenik düşer ve en mantıklı adımın yerine, en içsel dürtüsüne dayalı bir eylem gerçekleştirir. Bu, bir anlamda insanın en saf haline dönüşüdür; düşüncelerin ve mantıkların ötesinde, sadece varoluşun getirdiği dürtülerle hareket etmektir.

Sonuç olarak, eylem, düşünce ve varlık arasında bir köprü kurar. İnsan, her eylemiyle kendini yaratır ve aynı zamanda yok eder. Eylemler, bir anlamda hayatın hızla akan nehirlerinde atılan taşlardır; bazen büyük dalgalar oluşturur, bazen de sığ sulara dalar. Ama her eylem, varoluşun kaçınılmaz bir parçasıdır. Ve belki de hayatın en önemli sorusu, neyi eyleme dökeceğimiz, hangi düşünceleri hayata geçireceğimizdir. Bu seçim, insanın kendi anlamını arayışıdır, tıpkı bir dosyanın, içeriğini hangi bilgilerin oluşturacağına karar vermesi gibi.

Dosyalama
Her eylemin bir kaydı vardır; tıpkı bir bilgisayarın dosya sistemindeki belgeler gibi, her düşünce, her hareket bir şekilde bir yere kaydedilir. Bu dosyalama, insanın geçmişiyle yüzleşmesinin bir yoludur. Dosyalama, bir anlamda hatıraların, deneyimlerin ve eylemlerin saklanmasıdır. Felsefi olarak, insan bir varlık olarak sürekli olarak geçmişini geleceğiyle ilişkilendirir ve bu ilişki, dosyalama süreciyle anlam kazanır. Her anı, her duyguyu bir şekilde bir arşive yerleştiririz. Bu, geçmişin izlerini anlamak ve gelecekteki adımlarımızı ona göre şekillendirmek için gereklidir. Ancak dosyaladıkça, geçmişin yükleri bazen ağırlaşır. Mantıksal olarak, bir dosyanın düzenli ve kategorize edilmesi gerektiği gibi, insanlar da hayatlarındaki anıları ve duyguları düzenlemek ister. Bu düzenleme, içsel bir ihtiyaçtır, ancak her zaman mümkün olmayabilir. Çünkü bazı dosyalar, duygusal olarak karışık ve anlaşılmaz olabilir.

Çöp Kutusu
Her dosya, her anı saklanmak için uygun olmayabilir. İnsan, zihnindeki gereksiz yüklerden arınmak ister; bu noktada çöp kutusu devreye girer. Çöp kutusu, geçmişin, hataların, kayıpların ve gereksiz yüklerin atıldığı bir alandır. Felsefi olarak, insanın içsel çöp kutusu, ruhsal bir temizlik alanıdır. Eylemlerimizden, düşüncelerimizden ve duygularımızdan arındıkça, zihinsel bir ferahlama başlar. Mantıklı bir yaklaşım, yalnızca işimize yarayan, bizi ileriye taşıyan hatıraları saklamaktır. Ancak duygusal olarak, bazen bazı anılar silinmesi gereken dosyalar gibi kalır; bu anılar, zamanla geride bırakılması gereken yükler haline gelir. Birçok insan, bu yüklerden kurtulmakta zorlanır, çünkü her anının bir değeri vardır. Fakat, zamanla fark ederiz ki, geçmişin çöp kutusuna atılması, bizi özgürleştirir. Çöp kutusunun gerekliliği, hayatın devam edebilmesi için bir çeşit içsel dengeyi sağlar; geçmişin yükünü taşımadan, geleceğe doğru ilerlemek, insanın ruhunu hafifletir.

Eylem, dosyalama ve çöp kutusu; yaşamın karmaşık işleyişinde bir dengeyi sağlar. Anılar, duygular, düşünceler ve eylemler arasında bir ayrım yapabilmek, insanın ruhsal gelişiminin temelidir.

"Geçmiş, bizleri şekillendirirken, aynı zamanda geleceğimize yön veren bir pusula gibidir. Her anı, her hatıra, geleceğin temel taşlarını oluşturur. Ancak geçmişin yüklerini taşımak, bazen bir tür içsel temizlik sürecini gerektirir. Bu süreç, zorlu olsa da zihnimizdeki gereksiz yüklerden arınmanın ve sadece bizi ileriye taşıyan anıları saklamanın gerekliliğidir. Eylemlerimiz ve hatıralarımız, bizi tanımlar; onlar, varlığımızın somut izleridir. Ne kadar temiz ve düzenli tutarsak içsel dosyamızı, o kadar hafifleriz. Ve belki de en önemli soru şudur: Geleceğe ne bırakacağız, geçmişten neyi taşımaya devam edeceğiz?"