Lavinya Dergisi
HAYAT NEDİR? YAŞAM NEDİR?
Hayat ve yaşam aynı şey mi? Yoksa biri sadece var olmanın, diğeri ise bu varoluşa anlam katmanın bir yolu mu?
Genel olarak değerlendirdiğimizde, hayat biyolojik bir varoluş, doğumla başlayıp ölümle sona eren canlılık sürecidir. Yaşam ise bu sürecin içindeki deneyimler, duygular ve anlam arayışıdır.
Hepimiz birey olarak hayatımıza devam etsek de aslında yaşadığımız toplumun bir parçasıyız. Bizi biz yapan, yalnızca kim olduğumuz değil, kimlerle ve nerede olduğumuzdur. Her birimizin hayatı farklı dinamiklerle şekillenir; ancak bu farklılıkların temeli, doğduğumuz aile ile atılır. Aile, bireyin ilk sosyal ortamıdır ve karakter gelişiminin ilk basamağını oluşturur. Devamında, sosyal çevre, okul, iş hayatı gibi etkenlerle çocukluk ve ergenlik dönemimizi şekillendiririz. Bu süreç, bireyin kimliğini oluşturduğu, hayata bakış açısını geliştirdiği ve geleceğe hazırlandığı bir dönemdir. Bu nedenle "Geçiş Dönemi" olarak adlandırılması yerinde olacaktır. Bu dönem, bireyin çocukluktan yetişkinliğe uzanan yolda, deneyimlerden tuğlalar örerek inşa ettiği bir köprüdür.
Peki, nedir bu geçiş dönemi?
Geçiş döneminin temeli, tıpta epigenetik olarak adlandırılan kavrama dayanmaktadır. Çünkü epigenetik; genetik kodumuzun ötesinde, çevresel faktörlerin ve yaşam tarzımızın genlerimizin nasıl ifade edildiğini etkileyebileceğini gösteren önemli bir alandır. Epigenetik değişiklikler, sağlık, hastalık ve evrim gibi pek çok alanda hayati roller oynar. Temel ne kadar sağlam ve istikrarlı olursa, yaşamımız boyunca karşılaştığımız tüm geçiş dönemleri de o kadar sağlam ve dayanaklı olacaktır.
Asıl geçiş dönemi, çocukluktan ergenliğe ve yetişkinliğe ilerlerken maruz kaldığımız olumlu ve olumsuz deneyimlerin zihnimizde iz bırakması sonucu, yetişkinliğimize yansıyan etkileri ifade eder. Bu süreçte; aile içinde ve dışında – yani sosyal çevre, okul gibi alanlarda – maruz kalınan şiddet, baskı, ötekileştirme ve akran zorbalığı gibi etkenler, karşıt gelme bozukluğu, davranım bozukluğu, duygudurum düzenleme güçlüğü, özgül öğrenme bozukluğu, selektif mutizm, iletişim bozukluğu ve entelektüel yeti yitimi gibi durumların gelişmesine zemin hazırlayabilir. Tıbbın psikiyatri alanı, bu terimleri tek tek inceleyip yakından ilgilenmektedir. Genel olarak, bu kavramların ortak özellikleri arasında isteksizlik, mental yorgunluk, hırçın davranışlar, ilgisizlik, merak duygusunun azalması, şiddete meyillilik, konuşma ve okuma bozuklukları, gerginlik, huzursuzluk ve özgüven eksikliği gibi durumlar bulunur; bunlar da yetişkinlik dönemine yansır.
Geçiş döneminin birey üzerindeki etkilerini nasıl dönüştürebiliriz?
Geçiş döneminin, özellikle çocukluk ve ergenlik gibi hassas dönemdeki deneyimlerin etkilerini anlamak, bu süreçleri sağlıklı bir şekilde atlatabilmek için oldukça önemlidir. Yaşanan olumsuz deneyimlerin birey üzerinde kalıcı etkiler bırakmaması için farkındalık, destek ve terapi süreçleri büyük bir rol oynar. Bu süreçte bireylerin kendilerini tanımaları ve duygusal iyileşme yolunda adımlar atmaları çok önemlidir.
Özellikle aile içindeki etkileşimler ve okul, sosyal çevre gibi dış faktörler, bireyin kimliğinin inşa edilmesinde belirleyici olurlar. Destekleyici bir aile ortamı ve pozitif okul deneyimleri, sağlıklı bir gelişimi teşvik ederken; aksine, duygusal ihmal, şiddet, zorbalık gibi olumsuz deneyimler, bireyin yaşamını ve psikolojik sağlığını derinden etkileyebilir. Bu bağlamda, sağlıklı bir çocukluk ve ergenlik dönemi, bireyin yetişkinliğe daha sağlam bir temel ile adım atmasını sağlar.
Bu noktada hem bireyler hem de toplum olarak sorumluluğumuz büyüktür. Birey, yaşadığı zorluklarla başa çıkmak için destek almalı, kendini tanımaya ve iyileştirmeye yönelik adımlar atmalıdır. Terapiler, psikolojik destek ve kendini geliştirme yöntemleri, olumsuz etkilerin iyileşmesine yardımcı olabilir. Kendi içsel yolculuğumuzda, yalnızca geçmişin izleriyle değil, bu izlerden aldığımız derslerle de büyümeliyiz.
Toplum ise, zihinsel sağlık konusundaki farkındalığı artırmalı, psikolojik destek sistemlerini güçlendirmeli ve olumsuz deneyimlerin etkilerini azaltmak için daha empatik bir yaklaşım sergilemelidir. Sağlık, sadece fiziksel değil, zihinsel bir bütünlük gerektirir. Psikolojik sağlığı önemseyen bir toplum, bireylerin sağlıklı bir şekilde gelişmesine yardımcı olabilir.
İçinde yaşadığımız dünyada, her bireyin kendini doğru şekilde ifade etmesi ve iyileşmesi için ihtiyaç duyduğu güvenli alanları bulabilmesi önemlidir. Bu, sadece kişisel gelişim için değil, aynı zamanda toplumun genel refahı ve huzuru için de gereklidir. Çünkü nihayetinde, her birey kendi potansiyeline ulaşabilir, sağlıklı bir geçmişin izleriyle geleceğini şekillendirebilir. Ancak bu sürecin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için her birimizin hem kendimize hem de başkalarına duyarlı olmamız gerekmektedir.
Toplumun duyarlı olması, çocukluk döneminde yaşanan olumsuz etkileri doğru şekilde tanıyıp, bu bireyleri iyileştirecek sistemleri oluşturmakla mümkündür. Yalnızca psikolojik yardımlar değil, aynı zamanda toplumsal yapının da bu iyileşme sürecine destek vermesi gerekir. Aile, okul ve çevre, bireyin en güçlü destek kaynaklarıdır. Bu kaynakların sağlıklı işleyişi, bireyin hayatına sağlam bir temel atmasını sağlayacaktır.
Sonuç olarak, her bireyin yaşamı boyunca karşılaştığı zorluklar, birer gelişim fırsatına dönüşebilir. Sağlıklı bir geçiş dönemi ve iyileşme süreci için hem bireysel hem de toplumsal düzeyde atılacak adımlar, daha güçlü ve dengeli bir toplum yaratılmasına katkı sağlar. Bu yolculukta hem kendimize hem de başkalarına duyduğumuz empati, bizi daha sağlıklı bir geleceğe taşır.