Lavinya Dergisi
TAÇ MAHAL
Yamuna Nehri’nin kıyısında, sabah sisiyle örtülü bembeyaz bir anıt yükselir. Anıt, görkemli kubbeleri, zarif kemerleriyle sadece bir yapı değil, susmayan fısıltıdır. Bir kaybın, sonsuz özlemin, taşlara işlenmiş halidir. Her sabah ilk ışıklar mermer yüzeyine vurduğunda, geçmişten gelen sestir: “Aşk ölmez, sadece şekil değiştirir.”
Taç Mahal…
Şah Cihan, Mümtaz Mahal’i ilk gördüğünde zaman durur. Savaşların, saray entrikalarının, iktidar oyunlarının aksine duyduğu hisler ona hesap sormaz. Mümtaz; eşi, yoldaşı, ruhunun diğer yarısı olur. Orduların gücü, altınlar, taht… Hiçbiri onun tebessümü kadar değerli olamaz. Fakat hayat kimileri gibi onu da en sevdiğinin acısıyla sınar. On dördüncü çocuğunu doğururken, Mümtaz’ın elleri, Şah Cihan’ın avuçlarında soğur. O an, dünya sessizliğe gömülür. İşte Taç Mahal’in temelleri, o gün atılır. Her taş bir hatıra, her kemer bir dua, her sütun bir bekleyiştir. Nicelerinin dediği gibi: “Aşk kaybedilince, en büyülü halini alır.”
Taç Mahal…
Şah, sevdiğini geri getiremeyeceğini bilir ama bir şeye hükmedebilir; “Unutulmaya.” O yüzden en usta elleri toplar. Taç Mahal’i yalnızca bir mezar değil, sonsuz bir sevda yankısı olarak inşa ettirir. Zaman akar, hükümdarlar değişir, hanedanlar çöker. Ama Taç Mahal, hala oradadır. Gün batımında büründüğü gülkurusu rengiyle kendisine hayran bırakır. İnsanoğlu bakınca, sadece taşları görür. Pek azıysa taşların ardındaki derinliği okur.
Taç Mahal…
Bugün Şah Cihanlar, Mümtaz Mahaller yok. Aşk, çok çabuk el değiştiriyor. Hızlı yaşamak, tüketmek seviliyor. Kimse kimseyi beklemez, sabretmez, anıtlar hiç dikmez. Şimdi aşk, bir mesajın okunup okunmaması kadar basit, bir fotoğrafın altına bırakılan emoji kadar sığ. Taşlara kazınan sevdalar yerini, bir tıkla silmeye terk ediyor. Oysa yapıt, çok uzaklarda her şeye direniyor, sessizce var olmaya devam ediyor. Kim bilir hala aşkı arayanlara ilham oluyor.