Lavinya Dergisi

ELBET BİR GÜN
Osman YAVAN

İnanıyorum ‘‘ Elbet Bir Gün! ’’ İnsan dünya’ da ne için var olduğunu anlayacak…

“Elbet bir gün, çocukların yalnızca çocuk olabildiği, oyunlarla büyüdüğü ve adaletin tüm kalplere dokunduğu bir dünya mümkün olabilir mi? Bunu hayal etmek bile içimizde bir umut ışığı yakıyor. Ancak ne yazık ki, birçok çocuk için hayat; haksızlıklarla, sevgisizlikle ve duyulmamış çığlıklarla dolu bir mücadele alanına dönüşebiliyor. Bir çocuğun dünyası, bazen yetişkinlerin bakış açısıyla şekillenirken, büyüklere olan hayal kırıklığı da bu dünyanın en derin izlerini bırakıyor. Çünkü bir zamanlar çocuk olan o yetişkinler, bu masumiyetin ve hakların farkında değiller ya da unuttular.”

Çocuklar büyürken, toplumun onlara biçtiği kalıplara sığmaya çalışırken, onlar aslında her gün bir parça daha kayboluyorlar. Bu kaybolan çocuklardan biri, yoksul bir mahallede büyüyen 12 yaşındaki Ahmet’ti. Ahmet’in tek amacı, okuldan sonra en yakın arkadaşlarıyla futbol oynamaktı. Fakat okula giderken aç olan karnı ve geçim derdinde olan ailesinin sorumluluğu, onun en büyük yüküydü. Ne yazık ki Ahmet’in hayatı, çoğu çocuğunki gibi, bir sabah başka bir çocuğun hak ettiği bir oyun alanında oynama hayalini donduracak kadar sertti. Okuldan dönerken, arkadaşlarının ona bakarak “Bu kadar açken nasıl oynamayı bekliyorsun ki?” dediklerini duymak, Ahmet’in yaşadığı yalnızlığın en derin haliydi. Ama kimse bunu görmedi. Çocuk, bir yetişkinin sessizliğinde kaybolmuştu.

Adalet ve eşitlik, çocukların hak ettiği en temel değerlerdir. Ancak aile içi şiddet, ekonomik yetersizlikler, toplumsal önyargılar ve fırsat eşitsizlikleri, bu masum dünyaları gölgede bırakıyor. Ailede sevgi ve şefkatle büyütülmeyen bir çocuğun kalbi, hiç kapanmayacak yaralar alıyor. Ancak unutulmamalıdır ki, her çocuk birer yaralı yetişkinin potansiyelidir. Bu yetişkinlerin çocukluklarında yaşadıkları travmalar ve travmalarını çözmeden, büyüme yolunda çocukların taleplerine yeterli karşılık verememeleri, adaletsizliğin doğrudan aktarılan bir biçimidir. Bir yetişkinin çocukluk travmaları, yalnızca kendi hayatını etkilemekle kalmaz, aynı zamanda çevresindeki çocukların dünyasını da şekillendirir.

Toplumsal Sorumluluk
Elbet bir gün, çocukların yalnızca çocuk olduğu, sevgi ve şefkatle büyüdüğü bir dünya kurulabilir mi? Bu soruya verilecek cevabın yalnızca hayal olamayacağını, her birimizin sorumluluğunda olduğunu kabul etmeliyiz. Her çocuk, farklı bir dünyada farklı acılarla büyüyebilir. Ancak bu dünyadaki en değerli şeyin çocuklar olduğunu unutmamalıyız. Yetişkinler olarak, bu dünyada gerçek bir değişim yaratmak istiyorsak, öncelikli sorumluluğumuz, onların gözlerindeki umut ışığını korumaktır.

Aile içindeki şiddetle, eğitimdeki baskılarla ve toplumsal önyargılarla yüzleşmek, sadece hükümetin veya kurumların değil, bizlerin de sorumluluğudur. Her gün yüzlerce çocuk, yanlış yönlendirilmiş bir toplumun, haksızlıkların kurbanı olurken, onlara sadece göz yummakla kalmayıp, onların hayallerini de inkâr etmekteyiz. Ahmet’in hayalini ne zaman duydunuz? Çocukların hayalleri, sadece umut dolu bir yarının değil, bugün içinde bulundukları acının da yankısıdır. Her çocuk, sadece kendini değil, gelecekteki tüm toplumu şekillendirecek potansiyeli taşır. Bunu fark etmeliyiz.
Ama bakın, bu karanlık dünya içinde, çocukların adalet arayışı her zaman zıtlıklarla örülü bir mücadeledir. Haksızlıklarla dolu bir dünyada büyüyen çocukların, adaletin en küçük parçacığını bile takdir edebileceğini düşünmek, bu dünyadaki en büyük ironi değildir de nedir? O çocuklar hem büyümek zorunda oldukları hem de büyümemek için direndikleri bir hayatı yaşarlar. Bir tarafta çocukken öğrenmesi gereken her şeyi anlaması beklenirken, diğer tarafta büyümenin ağır yükünü omuzlarında taşırlar. Büyürken kaybettikleri her şey, birer çığlık olarak kalır. Yetişkinler, ne kadar “büyüdük” deseler de aslında çocukluğunda kaybolan seslerini bulmak için mücadele ederler. İşte bu yüzden, çocukların sesini duymak sadece onların değil, bizlerin de geçmişimizle yüzleşmesidir.

Bu yüzden harekete geçmeliyiz. Bugün, sesini duyurmak isteyen her çocuk için bir fırsat yaratmalıyız. Onlara sadece "Sen çocuksun, anlamazsın!" demek yerine, onları anlamaya çalışmalıyız. Çocukların duygusal ihtiyaçlarına daha duyarlı, onları ifade etmeleri için güvenli alanlar sunmalıyız. Ailelerde ve toplumda, çocukların hakları için daha fazla ses çıkarmalı, eğitim sistemine çocukların farklı potansiyellerine saygı gösterilmesini sağlamalıyız. Çocukları kalıplara sokan eğitim anlayışını değiştirmek, onları sadece birer öğrenci olarak görmektense, her birini kendi potansiyelini keşfedecek bireyler olarak kabul etmek, ancak adaletin temellerini sağlamlaştıracaktır.
Bu bir hayal değil, hepimizin elinde. Çocuklar, yalnızca geleceğin değil, bugünümüzün gerçekliğiyle büyürler. O yüzden onlara adaletin ve sevgiyi yaşatmanın zamanıdır. Çünkü her bir çocuk, bir toplumun yansımasıdır ve onların seslerini duymazsak, o toplumun geleceği, hiç var olmayacaktır. Bu sebeple, onları dinlemek bir zorunluluk, onlara adalet sağlamak ise bir sorumluluktur.
Elbet bir gün, bu umut gerçek olacak. Ama önce biz büyümeliyiz; adaletle, empatiyle ve sevgiyle…”