Lavinya Dergisi
GERÇEKLİK VE DUYGU: BİR ARAYIŞ
Hayatın karmaşasında, çoğu zaman gerçeği aramak yerine, duygularımızın peşinden sürükleniyoruz. Günlük koşuşturma içinde, yaşadıklarımızı ne kadar net bir şekilde kavrayabiliyoruz? Zihnimizde biriken düşünceler, hissettiğimiz duyguların gölgesinde şekillenirken, aslında gerçekliğe ne kadar yaklaşıyoruz? Bir anlık mutluluk, öfke ya da hayal kırıklığı, bir pusula gibi yönlendiriyor bizi; ancak bu pusula, bazen doğru yolu göstermektense, kaybolmamıza sebep olabiliyor. Kendimizi tamamen duygularımızın etkisi altında bulduğumuzda, gerçeklik kayboluyor.
Gerçeklik, sadece dış dünyayı gözlemlemek değil, içsel bir arayıştır da aynı zamanda. Her bireyin farklı şekillerde algıladığı, anladığı ve yaşadığı bir kavramdır. Fakat bu arayış, duygularımızın etkisinde biçimlendiğinde, doğruyu görmek zorlaşır. Çünkü duygular, doğası gereği geçicidir ve bazen yanıltıcı olabilir. Bir duygu, sanki her şeyi net bir şekilde ortaya koyuyormuş gibi hissettirir; fakat sonradan, duyguların etkisinden sıyrıldığımızda, gerçeğin ne kadar farklı olduğunu fark ederiz.
İşte bu noktada, gerçekliği ve duyguyu birbirinden ayırt edebilmek için bir denge kurmaya çalışıyorum. Gerçeklik, duyguların ötesinde bir şeydir; ancak duygular da bizleri yönlendiren önemli bir rehberdir. Bu denemede, duyguların bizleri nasıl etkilediğini, zaman zaman nasıl manipüle edebileceğini ve doğruya ulaşmak için bu duygusal fırtınadan nasıl çıkılabileceğini keşfetmeye çalışacağım. Çünkü gerçeklik, her an duyguların ötesinde bir yerde sabırla ve dikkatle arandığında kendini gösterir.
Farkında mısınız, gerçeklikten ve mantıksal bakış açısından ne kadar uzak yaşadığımızı? Günlük hayatın koşuşturmasında öylesine sürükleniyoruz ki, nereye gittiğimizi, hangi yolda ilerlediğimizi bile unutur hale geliyoruz. Bir anlık hisler ve duygusal dalgalanmalar, birer pusula gibi bizi yönlendiriyor. Oysa, bu duyguların ardında bir sağlam zemin arayışına girmediğimizde, bu geçici hisler bizi kaybolmaya sürüklüyor. Gerçeklik, her bireyin kendine göre şekillenen, anlam bulduğu bir kavram olabilir. Ama bazen o şekillenme o kadar uç noktalara kayabiliyor ki, bir noktada hepimiz, kendi gerçekliğimizden kopuyoruz.
Zamanla, neyin doğru, neyin gerçek olduğu soruları belirsizleşiyor. Duyguların güdümünde, sadece o anki hislerimizin peşinden gidiyoruz, sağduyuyu ve mantığı kenara bırakıyoruz. Peki, bu süreçte ne kaybediyoruz? Gerçeklik, geçici duyguların ötesinde, derin ve sabırlı bir arayışın ürünü olmalı.
Duyguların bizleri yönlendirdiği anlar vardır. Ancak bir de gerçeği görmemizi engelleyen, manipülatif etkileri olan duygularımız vardır. İnsan, duygularının peşinden gitmeye başladığında, ne kadar kolay şekilde yanlış yollara saptığını fark etmez. Bu, bir bakıma içsel bir rüzgârın, bizi yönlendirmesine benzer. O an, her şey net ve doğruymuş gibi görünür. Ancak, duyguların yoğunluğuyla gerçeği görmek, anlamak ya da doğru bir karar almak çok daha zorlaşır. Hangi düşünceyi savunuyor olursak olalım, duyguların arkasındaki güçlü rüzgâr bazen sağlıklı bir düşünce yapısını bulmamızı engeller.
Bizi tanıyanlar bilir, duygularımız genellikle ruh halimizle birlikte hareket eder ve bazen onlara kaptırırız kendimizi. Anlık duygusal dalgalanmalara kapıldığımızda, her şeyin net ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlar gelir. O anlarda, sanki doğruyu bulmuşuz gibi hissederiz, her şeyin anlam kazandığını, hayatın bize nihayetinde istediğimiz yanıtları verdiğini sanırız. Ancak, o duygusal coşkunun ardından, biraz geri çekilip düşündüğümüzde fark ederiz ki, o düşünceler, aslında o anki duygularımızın bir yansımasından ibarettir. O duyguların yoğunluğuyla, gerçeği görmek, anlamak ya da doğru bir karar almak çok daha zorlaşır. Zamanla, duygularımızın bizi yönlendirdiği düşüncelerimizin gerçeklikten ne kadar uzaklaştığını görmek, o anın etkisinden çıkmayı gerektirir. Ama bir kez o yola girmişizdir; duyguların gölgesinde, doğruyu bulmak o kadar kolay değildir. Gerçek, bu bulanıklığın ardında, duyguların ötesinde bir yerde, sabırla ve dikkatle arandığında kendini gösterir.
Elbette duygusal davranmaya karşı değilim. Duygular, insanı insan yapan en temel unsurlardan biridir. Onlar, insanı insan yapan yegâne şeylerdir. Ama duyguların her zaman doğruyu yansıttığını söylemek, gerçekliğin peşinden gitmek yerine ona körü körüne teslim olmak demektir. Duygular bir anlık hevesler olabilir. Ama duyguların her zaman arkasında sağlam bir düşünce yapısının olması gerektiğine inanıyorum. Mantık ve sağduyu, bir insanın içsel gerçekliğini bulabilmesinin tek yoludur.
Her duygusal tepki bir gerçekliğe dayanmalı, yoksa insan kendi içindeki dengeyi kaybedebilir. Duyguların ön planda olduğu her durumda, bir anlam kaybolmaya başlar. O anlık heveslerin peşinden gitmek yerine, duyguları daha anlamlı bir düzleme çekmek gerekir. Bu, insanın doğru kararlar alabilmesi için bir koruma kalkanı sağlar. Çünkü anlık duygusal kararlar, çoğu zaman gerçeği görmekten daha fazla uzaklaştırır.
Ancak bunu unutmamalıyız. Bazen kendimizi duyguların etkisinde kaybolmuş buluruz. O anda, kendimize hatırlatmamız gerekebilir ki, duyguların bizi sarmaladığı her an, doğruyu yanlıştan ayırt edebilme gücümüzün kaybolduğu andır. Toplumun, medyanın, çevremizin bizim için belirlediği hisler, gerçekte bizimle hiçbir ilgisi olmayabilir. Bu sahte duyguların etkisinde kalmak, insanı hem kendisinden hem de başkalarından uzaklaştırır. Hepimiz bazen, başkalarının bizden beklediği şekilde hissetmek zorunda hissedebiliriz. Ama bu, kendimize yabancılaşmak demektir. Sahte duygular, sadece bizi değil, çevremizdeki insanları da sınırlayabilir. Gerçekten özgürleşmek için, sadece duyguların değil, düşüncelerin de özgür olması gerekir. Duyguların bizi yönlendirmesi doğal bir durumdur ama onları sahte bir yolla şekillendiren toplumun etkisiyle yönlendirilmek, insanı içsel bir hapis içinde bırakır.
Kimsenin düşüncelerini manipüle etmeye, duygusal tepkilerini şekillendirmeye hakkımız yok. Her bireyin kendi dünyası vardır ve kimse bu dünyayı dışarıdan belirleme hakkına sahip değildir. Kendi içsel gerçekliğimizi bulduğumuz gibi, başkalarının da kendi doğrularına saygı duymalıyız. Bunu yapabilmek hem kendimizin hem de toplumsal bir bütünün sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.
Sonuç olarak, söylemek istediğim şey şu: Hem kendimi hem de toplumu sorgulayan bir bakış açısına sahibim. Duygularımızın bizi şekillendirmesine izin verirken, bu şekillenmenin, bizim gerçekliğimizi kaybettirmemesi gerektiğini savunuyorum. Gerçeklik, duygulardan çok daha derin bir yerde olmalı. Bu dengeyi kurabilmek, sadece bireysel değil, toplumsal anlamda da bizi daha sağlıklı ve özgür bir bakış açısına taşıyabilir. Duyguların peşinden gitmek kadar, onları doğru bir şekilde anlamlandırmak ve yönlendirmek de insana ait en önemli özgürlüktür.