Lavinya Dergisi

SON KULLANMA TARİHİ GEÇMEDEN
Osman YAVAN

İnanıyorum ‘‘ Elbet Bir Gün! ’’ İnsan dünya’ da ne için var olduğunu anlayacak…

Hayatın Beklenmedik Sınavları:
Hayat bu işte; hepimize zaman zaman yaşantılarımızı sorgulatıyor. Bazen öylesine beklenmedik olaylarla yüzleştiriyor ki, insan neye uğradığını şaşırıyor. Adeta bir fırtına gibi gelir ne var ne yoksa alıp götürür. Hayatın bu tavrı, aslında çok da haksız değil; çünkü kimi zaman gerçekten acımasız ve kırıcı olabiliyor. Hayatın bu rüzgârı, en sağlam sandığımız kökleri bile sarsabiliyor. Bir dostunuzun aniden hayatınızdan çıkıp gitmesi, yıllarca emek verdiğiniz bir işin beklenmedik şekilde sona ermesi ya da hayallerinize giden yolda karşınıza çıkan engeller... Hepsi, kontrolün her zaman bizde olmadığını sertçe hatırlatır.
Korunma Kalkanı Olarak Sessizlik:
Böyle kırıldığımız dönemlerde çoğumuz içe kapanmayı tercih ederiz. Sanki sessizlik, kalbimizi koruyan kalın bir zırh gibidir. Ama bu zırh, bir süre sonra ağırlaşır, hareketimizi kısıtlar. Sessizliğimiz, bizi koruyan bir kale duvarına dönüşür; kelimelerden, duygulardan ve bazen insanlardan bile uzaklaşırız. Ancak, bu duvarların arkasında kalp hala atar, duygular birikir, taşar ve sonunda bir volkan gibi patlamaya hazır hale gelir.
Bir arkadaşınızla aranızda çıkan küçücük bir tartışmayı düşünün. Özür dilemek ya da bir açıklama yapmak yerine sessizliği tercih ettiğinizde, bu sessizlik aranıza örülen bir tuğla duvar gibidir. Zaman geçtikçe bu duvar kalınlaşır ve sonunda aranızdaki dostluk yıkıntıların arasında kaybolur. Belki de sadece birkaç cesur cümle, o duvarı yıkmaya ve dostluğu yeniden inşa etmeye yetecekti.
Sessizliğin Zindana Dönüşmesi:
Sessizlik bazen korunma kalkanından çok, görünmeyen bir zindana dönüşebilir. İçimize hapsettiğimiz korkular, üzüntüler ve pişmanlıklar, bu zindanın duvarlarını daha da kalınlaştırır. Yıllar geçtikçe bu duvarlar, umutsuzluğun yankılandığı soğuk taşlara dönüşür. Oysa acılarımızı paylaşmak, kırgınlıklarımızı anlatmak ve yüzleşmek, o zindanın kapısını açabilecek tek anahtardır. Bir hayali erteledikçe, o hayal içimizde solmaya başlar. Tıpkı ışık almayan bir çiçeğin solup gitmesi gibi... Bir gün dönüp baktığınızda, o hayalin artık bir anlamı kalmadığını fark edersiniz. Oysa belki de harekete geçmek için ihtiyacınız olan tek şey, o ilk cesur adımdı.
Her Şeyin Bir Son Kullanma Tarihi Vardır:
Her şeyin bir ömrü var. Ambalajların üzerindeki "son kullanma tarihini gördüğümüzde nasıl ürünü hemen kullanma ihtiyacı hissediyorsak, hayatın sunduğu fırsatlar ve duygular için de benzer bir tarih var. Ancak bu tarih, paketlerin üzerindeki gibi belirgin değil; görünmez, fakat varlığını derinden hissettirir. İlişkilerin, hayallerin, fırsatların da bir raf ömrü var. Sevgi, ilgi görmezse solar; dostluk, emek verilmezse çatırdar; hayaller, eyleme dökülmezse kaybolur. Bir babanın çocuğuna sarılmak için bulduğu her an değerlidir, bir özür dilemek için geçen her saniye değerlidir. Unutma, bazı duygular zamanında ifade edilmezse, bir daha asla aynı tazelikte olmayacak.
Geç Kalmak ve Pişmanlık:
Bazen bir şeylerin son kullanma tarihini anladığımızda çok geç kalmış oluruz. Aradaki gurur, mesafe veya korku yüzünden ihmal ettiğimiz dostluklar, zamanı geçince bir daha geri gelmez. Bir "Nasılsın?" mesajını göndermek için beklediğimiz her gün, o dostluğun ömründen çalar. Zaman geçtikçe bu basit cümle, bir vedaya dönüşebilir.
Bir hayali ertelerken aslında sadece zamanı değil, kendi cesaretimizi de tüketiyoruz. Sonra elimizde yalnızca "Keşke" ile başlayan cümleler ve pişmanlık dolu anılar kalıyor.
Toplumsal Sorumlulukların Zaman Aşımı:
Bir de topluma karşı sorumluluklarımız var. Haksızlıklara göz yummak, kötülüğe sessiz kalmak, vicdanımızı yavaş yavaş çürütür. Başta içimizi sızlatan şeyler, zamanla olağan gelir. Ertelediğimiz her müdahale, söylenmeyen her söz, toplumsal adaletin son kullanma tarihini hızla tüketir. Sessiz kalmak, bir gün herkesin sustuğu bir dünyaya uyanmak demektir.
Bir toplumu değiştirmek için gereken cesaret, ancak zamanında gösterilirse anlam kazanır. Yoksa sadece "Yapabilirdim" ile başlayan hüzünlü cümleler kalır geriye.
Zamanın Dolup Taşan Kalbi:
Kalplerimizin, zihinlerimizin ve ruhlarımızın da bir sınırı var. Doldukça taşarlar. Bu taşmayı önlemenin tek yolu, hislerimizi zamanında dile getirmek, yapmak istediklerimizi ertelememek ve sorumluluklarımızı üstlenmektir.
Özrü dile, sevgiyi göster, yardımı uzat. Hayatın sana sunduğu o görünmez "son kullanma tarihini" unutmadan harekete geç. Çünkü bazı fırsatlar kaçtığında, bazı kalpler kırıldığında ya da bazı sözler söylenmediğinde, o anlar bir daha geri gelmez. Unutma
"Son kullanma tarihi geçmeden" bazı şeyleri yapmazsan, o anın raf ömrü dolduğunda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”