Lavinya Dergisi
KENDİNE YABANCILAŞMAK
Bazen aynaya baktığımda, bana bakan kişinin gerçekten ben olup olmadığını sorguluyorum. O gözlerdeki derinlikte bir tanıdıklık arıyorum, ama çoğu zaman yalnızca bir yabancı ile karşılaşıyorum. Bir zamanlar, bu gözlerdeki yansıma bana kendimi tanıtırdı; gülümsediğimde, içimde bir sıcaklık uyanırdı. O sıcaklık, bana hayatla barışımı ve kendimi hatırlatırdı. Ama şimdi o his kayboldu. Sanki zamanla bir yerlerde, bir şekilde kaybolmuş gibi. Bu yabancı, belki de zamanla içimde var olan ben'in değiştiği, kaybolduğu hali. Kendimi bu kadar kaybetmek, bu kadar yabancılaşmak nasıl mümkün oldu? Bir zamanlar gözlerimdeki ışığı hissederken, şimdi o ışık sönmüş gibi. O kaybolan ışık, kendimi bulduğum, içimdeki gücü hissettiğim anların ışığıydı. Şimdi ise, bir boşluk var. Zaman geçtikçe, hayatın telaşı içinde kimliğimi yavaşça kaybettim. Yaşamak, bir koşuşturmadan ibaret hâline geldi. Günler, saatler birbirine karıştı. Düşüncelerim dağılmış, her bir parçam farklı yönlere savrulmuş. Ve her geçen gün, biraz daha uzaklaşıyorum o "ben"den.
Her şey o kadar hızlı, o kadar yoğun ki, durup düşünmeye, kendimle yüzleşmeye fırsat bulamıyorum. Hızla koşturuyor, bir şeyler yapmak, bir yere varmak için çırpınıyorum. Ama bu hız, içimdeki boşluğu doldurmuyor; aksine daha da derinleştiriyor. Zihnim sürekli bir şeylere odaklanıyor, sürekli bir şeyler düşünüyor ama kalbim, ruhum, içimdeki ben kayboluyor. Her şey bir yığılma gibi, bir arada yapılması gereken onlarca şey varken hangi biri öncelikli? Hangi biri benim gerçek "benimi oluşturuyor? Kimim ben, ne istiyorum, neye ihtiyacım var? Bu soruların cevapsız kalması, her geçen gün içimi daha da boşaltıyor. Zihnimde bir uğultu, kalbimde bir boşluk var ne duygularım ne de düşüncelerim bana ait gibi. İçimdeki kaybolmuş ben, kim olduğumu unuttuğum her an biraz daha derinlere, daha uzaklara savruluyor. Kendimi bulma çabası, bir yokuşu tırmanmak gibi; her adımda daha da yoruluyor, daha da kayboluyorum.
Beni ben yapan duygularım, düşüncelerim, anılarım… Hepsi birer yabancı gibi. Bir zamanlar bu düşüncelerle barış içinde yaşarken, şimdi onlardan kaçıyorum. Hatırladığım eski ben, belki de sadece bir gölge. O gölgenin peşinden koşarken, ışığımı kaybettim. O zamanlar, ne hissettiğimi bile bildiğimi sanıyordum. Şimdi ise, en basit duyguları bile adlandıramıyorum. İnsan bazen ne hissettiğini bilmediğinde, kim olduğunu da unutur. Gündelik yaşamın rutinleri, etrafımdan gelen sesler, insanların benden beklentileri o kadar fazla ki, içimdeki ses kayboluyor. Beklentiler, sorumluluklar, toplumun beni nasıl görmesi gerektiğine dair sürekli baskılar içinde kayboluyorum. Herkesin bana sunduğu maskeleri takarak, her geçen gün kendi kimliğimi aramayı unuttum. Ne istediğimi ne hissettiğimi ne düşündüğümü bile bilmiyorum. Yavaşça kaybolan o içsel ben, bir zamanlar beni ben yapan her şeyin gölgesine dönüşüyor.
Kendimi tanımak, kendimle yeniden tanışmak istiyorum ama buna cesaretim yok. O kaybolmuş ben’i yeniden bulmak, eski halimi hatırlamak, içsel derinliklere inmeyi göze almak, bana bir tuhaf geliyor. Kendimi görmekten, kendimle yüzleşmekten korkuyorum. Belki de içimdeki kaybolmuş kişiyle yüzleşmek, bana kim olduğumu hatırlatacak. Ama bu karşılaşma, bana yabancı bir insanla tanışmak gibi geliyor. O yabancı, aslında her geçen gün daha fazla kaybolan ben. Kendi içimdeki derinlikleri yeniden keşfetmek, belki de daha önce fark etmediğim yanlarımı görmek, korkutuyor. Her şey o kadar yabancılaştı ki, kendimi bulamamaktan, kaybolduğum yeri tekrar görmekten korkuyorum. İçsel bir boşluk var ama o boşluğa doğru adım atmak, ona doğru yaklaşmak bile ürkütücü.
Kendime olan yabancılaşmam, belki de modern dünyanın getirdiği bir hastalık. Her şey o kadar hızlı, çok tüketici. Teknoloji, sosyal medya, toplumun benimle ilgili dayattığı yaşam biçimleri… Tüm bunlar, insanın içsel dünyasındaki sesleri boğuyor. Sürekli dışarıya bakıyoruz; başkalarının yaşamlarına, başarılarına, paylaşımlarına, bu hızlı tüketim dünyasında bir şeyleri kaçırmamaya çalışıyoruz. Ama içerideki sesleri duymayı unuttuk. İçsel dünyamız, yalnızca bir başka şey daha olmak için terk ettiğimiz bir yer gibi. Dışarıya, başkalarının gözlerine baktıkça, kendi içimize, kendi ruhumuza bakmaktan korkuyoruz. Ne de olsa dışarıda her şey göründüğü kadar parlak, ama içerideki gerçeklikten kaçmak daha kolay. İçsel boşlukta kaybolmak, ona teslim olmak, bir tür rahatlık gibi geliyor.
Ama belki de bu yabancılaşma, yeniden keşfetmek için bir fırsattır. O yabancı, belki de içimde kaybolan ben, bir gün geri dönüp bana “Ben buradayım” diyecek. O içimde kaybolmuş ben, belki de beni bulduğumda, her şeyin ne kadar basit olduğunu, her şeyin aslında kendi içimdeki barışla çözülebileceğini gösterecek. Bir gün, o yabancı tekrar geri dönecek ve bana kim olduğumu hatırlatacak. Belki de bu yabancılaşma, yeniden içsel bir keşif yapmak için, iç yolculuğumu başlatmam için bir fırsat sunuyor. Ne de olsa bazen kaybolmak, yeniden bulmak için ilk adımdır. İçimdeki kaybolan ben, belki de en çok kendimi tanımadığımda, bana kim olduğumu anlatacak. O zaman, belki de kendimi yeniden tanıyacağım.