Lavinya Dergisi
NEREDE KALMIŞTIK?"Benden sonra ne oldu?" diye sordu kadın. Adam şaşkın bir ifadeyle bakakaldı.
"3, 2, 1, kayıt! Nerede kalmıştık?"
Gece saat iki sularıydı. Masamda, titrek bir mum ışığının eşliğinde yeni başladığım kitabımı okuyordum. Gecenin derin sessizliği ve esrarengiz karanlığı beni her zaman büyülemiştir. Keşke gecenin sakladığı sırlara erişebilsek; belki o zaman hikayeler bambaşka anlamlar taşırdı. Herkesin hayat hikayesi kendine özgü ve içinde gizlidir. İnsanın içinde sakladıkları, dile getiremedikleri ya da yapamadıkları birer yük olurmuş, ağır ama görünmez.
Masanın sağ tarafında duran rezene çayımı içmek için kupamı elime aldığımda gözüm pencereye ilişti. Perde hafif aralıktı. Onu düzeltmek için pencereye doğru ilerlerken dışarıdaki manzarayı fark ettim. Gecenin karanlığını bembeyaz kar taneleri aydınlatıyordu. Bu büyüleyici anı kaçırmak istemedim. Kupamı elime alıp perdeyi biraz daha araladım ve kar yağışını izlemeye koyuldum. Kar taneleri, gökyüzünden yeryüzüne süzülürken öyle zarif ve ahenkli bir şekilde dans ediyordu ki bu manzara karşısında insanın duygulanmaması imkansızdı. Her bir kar tanesi, sessiz bir melodi eşliğinde düşüyordu. Havada romantik ve huzurlu bir atmosfer vardı. Bu an, bana gecenin sırrına dair bir şeyler fısıldıyor gibiydi. Belki de sırrı anlamak, böylesine sade ama etkileyici anlarda gizliydi." Sükûnet, zihnimde tam anlamıyla hüküm sürüyordu. Uzun zamandır bu kadar derin bir sakinlik hissetmemiştim. Sanki ruhum, gürültüden ve karmaşadan sıyrılmış, bir tür sükûnet duşu alıyordu. Her damla, zihnimi yıkayıp arındırıyor, içimde biriken ağırlıkları hafifletiyordu. Buna ne kadar ihtiyacım olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum. Ancak farkında olmak her zaman yeterli olmuyor; bilmek bir yana, asıl mesele uygulamak ve yaşamaya cesaret etmek.
Hayat, bize her şey için zaman ve imkân sunuyor gibi görünürken, sıra kendimize gelince türlü bahanelerle o zamanı ve imkânı elimizden alıyoruz. Anlam veremediğim bir şey var: Kendi için bir adım atmaktan aciz olan bir insan, başkaları için nasıl bu kadar fedakârlıkta bulunabiliyor? Belki de bu bir yanılsama; başka biri için harcadığımız çaba, aslında kendi eksikliğimizi kapatma çabasıdır. Açıkçası, bu davranış bir tür öz haksızlık gibi geliyor bana. Kendi haklarımızı yok sayıp başkalarının ihtiyaçlarını öncelik haline getirmek, kendi iç dünyamıza yaptığımız bir ihanet değil midir? Halbuki insanın önce kendine iyi gelmesi, kendi ruhunu doyurması gerekmez mi? Ancak o zaman başkalarına da gerçek anlamda faydalı olabiliriz. Bu düşünceler, sükûnetin bana fısıldadığı gerçeklerdi belki de; zihnimin temizlenip berraklaştığı o anda, kendime dair uzun zamandır unuttuğum bir şeyi hatırlıyordum: Kendime iyi gelmek bir tercih değil, bir gereklilikti.
Bildirim sesiyle irkildim. Gecenin o muazzam sükûnetini bozan bu ani ve keskin ses, bir anda zihnime girmeyi başardı. Sükûnetin en derin anlarından birindeyken, bu gürültü beni nasıl da uyandırmıştı. Gecenin huzurunu, o eşsiz sessizliği nasıl bu kadar kolayca bozabilmişti? İçimi rahatsız eden bu sesin aslında bir anlamı vardı: Huzurla bağ kurmaya çalışırken, dış dünyanın yankıları her zaman bizi bulurmuş gibi geliyor.
Telefonum, normalde sessiz bir şekilde dururken, bildirim sesinin neden ve nasıl açık olduğunu düşündüm. Belki de bir anlık dikkatsizlikti, ama bu kadar önemli bir anın içinde, telefonumun varlığı, sükûnetin dengesini bozmak için gereksiz bir sebepti. O an, geceyi olduğu gibi yaşamayı arzularken, telefonun bildirim sesi neden açıktı? Bir içsel çatışma başladı zihnimde. Geceye olan saygım mı, yoksa sürekli bağlantıda olma dürtüm mü daha güçlüydü?
O kadar çok sesle çevrili yaşıyoruz ki, her an bir bildirim, bir mesaj ya da bir çağrı hayatımıza aniden dahil olabiliyor. Ama gece gibi bir zaman diliminde, bu tür dışsal etkileşimlerin ne kadar gereksiz olduğunu hissediyordum. Telefonumun bildirim sesi, aslında kendimi rahatsız ettiğimi fark etmemi sağladı. O an, kendi içime dönmeye çalışırken, dış dünyadan gelen her uyarı beni bir adım daha uzaklaştırıyordu. Gecenin huzurunda, sadece kendime ait bir sessizlik arıyordum; ancak modern hayatın bu yankıları, her zaman ve her yerde bizi takip ediyordu. Bildirimi kontrol ettim. Kayıtsız bir numaradan gelmişti. İçeriği kısa ama bir o kadar da anlam yüklüydü: "Nerede kalmıştık? Benden sonra ne oldu?"
Bu mesaj, içimde bir yığın soru işareti bıraktı. Sadece birkaç kelimeyle, geçmişin izlerini yeniden canlandırmıştı. Gecenin sükûnetinde, bu tür bir mesajın yankılarını duymak, adeta zamana yeniden geri dönmek gibiydi. "Nerede kalmıştık?" Bu soru, bir şeylerin yarım kalmış olduğunu, bir konuşmanın ya da ilişkinin tamamlanmamış bir noktasında takılı kaldığımı hatırlattı. "Benden sonra ne oldu?" ise, geçmişin gölgeleriyle yüzleşmeye zorlayan bir çağrıydı. Bu mesajın bana gönderilmesinin, sükûnetin içinde bu kadar rahatsızlık yaratmasının bir anlamı vardı. İçindeki belirsizlik, geçmişi yeniden hatırlama ve belki de kapanmamış bir hesaplaşma arzusunu taşıyordu. Zihnimde, bu iki basit cümleye dair binlerce farklı senaryo canlandı. Neden şimdi, neden tam bu anda? Geceyi bozan bu mesaj, bir dönüm noktasının habercisi gibiydi. Elbette mesajın sahibini tanıyordum. Söylenecek çok şey vardı ama bazen susmak, en doğru cevaptı. Hiçbir yerde kalmadık, çünkü hiçbir şey gerçekten yerleşmemişti. "Senden sonra ne oldu?" sorusu ise, aslında pek de seni ilgilendirmiyor gibi hissediyordum. Sonuçta, hayatım benim özelim. Geçmişin izleri, seninle ilgili olanlar, artık sadece birer anı ve o anılarla ilgili kararlarımı ben alırım. Ne olduğu, nasıl olduğu, nereye gittiği... Bunlar artık senin sorunun ötesinde. Sükûnetin içindeki cevap, bazen susmakta saklıdır ve ben de bunu tercih ediyorum.
Sükûnetin içinde kalmak, bazen en güçlü cevaptır. Geçmişin yankıları, ne kadar uğraşsam da peşimi bırakmıyor. Ama bu, artık beni tanımlayan bir şey değil. Anı yaşamak, kendi huzurumu bulmak en önemli şey. Geceyi dinleyerek, içimdeki sessizliğe sarıldım ve bildirim sesinin uzaklaştığı an, kalbimdeki gerçek yanıtı buldum. Benden sonra ne olduğu sorusunun cevabını ben vereceğim, ama şimdi değil. Şimdi, sadece kendi içime dönüp, susmak en doğru yol.