Lavinya Dergisi

GEÇMİŞ
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Eski, yıpranmış defterimden gri yapraklar kopardım.İlk yaprağı elime aldığımda, solgun satırların arasında sıkışmış bir gül buldum. Gülün kokusu gitmişti ama o zamana dair taşıdığı hatıralar hala üzerindeydi. İnsan, geçmişin ağırlığını taşırken üzerinde neden anılara tutunur ki?


Her satırda parçam var benim. Kimi günlere kızgın, kimi günlere özlem dolu parçalar... Sanki geçmişte bir yerlere tutunmuş, sıkışıp kalmış bir yanımı kurtarmak ister gibi yazıyorum. Yeni aldığım defterin bembeyaz sayfalarına, eskiden kalan gri yaprakların izlerini taşıyarak. İlk kelimelerim ürkekçe başladı. Sesimin titremesiyle döküldü sözcükler ağzımdan ''Geçmiş'' diye başladım. ''seninle vedalaşmak için burdayım''...Gerçekten vedalaşabilir miydim? Yoksa bu sadece kendini kandırmak mıydı?


Bir süre durdu kalemim. Beyaz boşluk sabırla doldurulmayı bekliyordu. Geçmişin kalesinin yüksek surlarını aşıp dışarı bir adım atmaya cesaretim var mıydı? İstife dönmüş yüklerimin arasından sıyrılıp yürümek... Binbir kilitli kapıları aralayıp ardında bırakmak... Geleceğin umudu cazip gelse de insana zuldu unutamamanın, geride bırakamamanın laneti.


Yeni deftere kalemim bir kez daha dokundu...''Geçmiş seni bırakmaktan korkuyorum. Ama seni taşımaktan da yoruldum. Bak artık ayağa kalkmak bile o kadar zor ki benim için. Söylenmemiş sözler, kapanmamış hesaplarla ağır bu beden... Hatalarım önümde bir duvar. Her tuğlasını bile isteye üstüste koyduğum bir duvar. O duvar o kadar yüksek ki, arkasında kalan ışığı bile göremedim. Belki de bu yüzden, her adım atışımda gölgeler üzerinde yürüdüm. Şİmdi kalemimle bir yol açmaya çalışıyorum. Döküldükçe kelimelerim, duvarın taşlarından ses gelmeye başlıyor. ''Seni korumadım, seni hapsettim''


Defterimde son cümleyi yazdım, yorulmuştum; ''geçmişi bırakmak onu yok saymak mıydı, yoksa ona tutunmak, bu ömrü bu duvarın içinde hapsolmaya mahkum bırakmak mıydı?'' Zaman herşeyin iyileşmesini vaat eder derler. Ama bir şeyler var ki , zamanın iyileştiremediği yaralar açar. Geçmiş her acıda kendini hatırlattığında tazeleniyor yara. O eski defterin yapraklarını ne kadar kopartsam da, o sayfalarda hala kalıyor geçmiş umutlarım. Belki de hiçbir şey gerçekten silinemez. Ama bu yükü taşımak, her gün bir adım daha ağırlaşmak mı? Her şeyin bir bedeli var, ve ben, geçmişin peşinden koşarken, her adımda biraz daha kayboluyor muyum?


Kalemim şimdi daha sert, daha kararlı bir şekilde sayfalara dokunuyor. Ve ben, son bir kez daha geçmişle yüzleşmeye karar veriyorum. Geçmişe karşı koymak, ya da onlara teslim olmak… Bu soruya verdiğim yanıt, beni bir adım daha özgür kılacak mı, yoksa bu duvarın içinde sıkışıp kalacak mıyım?


Bir süre sessiz kaldım. Yeni defterimdeki beyaz sayfaların bana sunduğu umutla gözlerimi kapattım. Ama kalbimde, geçmişin ve geleceğin tartışmasını duyuyorum. Her iki taraf da beni kendine çekiyor. Geçmişi bıraksam mı? Yoksa ona sıkı sıkı tutunarak, hayatımın sonuna kadar bu zincirle mi yaşamalıyım? Bunu, yalnızca içimdeki sessizlik cevaplayacak.