Lavinya Dergisi
TAÇ UTANGAÇLIĞI“Crown Shyness” yani “Taç Utangaçlığı” görüngüsü daha önce duyulmamış olunsa bile mutlaka şahitlik edilmiştir, sadece başlığı bilinmemektedir. Belki de bu yüzden aksi cümleler ile girizgâh yapılması denenmelidir. Sıkışıklık hissi! Rahatsız, huzursuz, bunalmış insanlığın resmi! Sahi bu hali kim sever ki? Peki diğer canlılar, orman ve ağaçlar ne derece sosyal varlıklar? Yapılan birçok araştırmaya göre acıyı hissetmeleri şahane değil mi? İnsanoğlunun aksine birbirlerine olan nezaket ve saygılarını ifade etme şekillerine “Taç Utangaçlığı” denildiği keşfedilen 1920 yılına kadar gidilir mi? Okaliptüs, Japon Karaçamı, Sıtka Ladini, Karaağaç gibi örnekler yetmez mi? Ağaçların birbirlerine duydukları kişisel saygı olarak bilinen bu doğa olayı, en yukarıdaki dalların asla birbirlerine değmemesi, şeklinde tanımlanırsa yaradılışın güzelliğini de temsil etmez mi?
Bu incelik sayesinde tepedeki yapraklar asla zarar görmez, güneşe erişim artar, gölgeler ışığın önüne geçmez. Fotosentez oluşumu kolaylaşır, ağaçlar birbirlerine zarar vermez ve böcek geçişine zemin hazırlamaz, hastalıklar bulaşmaz. Yetmez mi? Rutin ve günlük hayat, yakın ama uzak olmak birer miğfer mi? İnsanoğlunun hayal ettiği ilişki odağına basmak yüksek bir hedef mi? Bir başka deyişle zirveye çıktıkça bu utangaçlık el arttırır mı? Günlük ilişkilerin parçası olmak fakat mesafe koymak, kırmamak, dökmemek, sınırları baş tacı yapmak uzak bir hayal mi? Ruhtaki tüm sızılara rağmen yürekteki merhamet ve sevgi itina ile şefkate dönüşmez mi? Vermek ve almak dengesi. Kime ne kadar yakın olunması gerekliliği yürekte gizli. Aşk da dahi kurallar belli. Tüm insanlık muhteşem donanımla dünyaya geldi. Her birinin taç utangaçlığından nasibini alması gerekmez mi? Sorular ve cevaplar düşündürmeli.
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…” Ayrı ama birlikte; işte bu tablo aklımıza Nazım’ın dizelerini getirmez mi? O zaman sıkıldıkça gökyüzüne kaldırılsın başlar, miras kalsın yarınlara o mucize ormanlar ve birlikteliğin içinde rahat bırakılsın ruhlar.
Yaşıyoruz, değmez mi?