Lavinya Dergisi

YAŞANMAMIŞ HAYATLAR CUMHURİYETİ
Duru TÜRKMEN

“Hayat çok tek-seferlilik, çok tek-şanslılık!

Başka yaşamları kıyafetleri gibi çıkarıp giymek isterdi Songül, 65 yaşında ve elindeki tek gerçek balkonundaki çiçekler. Ah ne çok isterdi elinde bir mesleği, seveceği bir torunu, işleteceği minik bir kafesi olsun, hepsini farklı hayatlarda tatsa ne güzel olurdu. Her şeyi deneyip bırakmaktan elinde pek bir şey kalmamıştı, hoş rahmetli kocası izin vermezdi çalışmasına veya gezip tozmasına, eski kafalının tekiydi, severek de evlenmemişlerdi zaten. Görücü usulu, bir neslin kabusu. Küçükken ne ağlamıştı eve görücü gelecek dediğinde annesi, küçücük minik beyni ile yalvarmıştı annesine evi satmasınlar diye, salaklık diye düşündü, satılığa çıkanın kendi olduğunu anlaması uzun sürmüştü. Beş yıl önce kocasını kaybetmişti. O zamandan sonra özgürdü, ya da çevresi öyle diyordu: dul. Hayata geç kalmışlığı iliklerine işlemişti, hayatıyla ne yapacağını düşünmekle geçen bir hayat. Oturdukları mahallede de arkadaşları var sayılmazdı, mahalleliye selam verir, evinin önünden geçenler balkonundaki çiçeklere hayran olurdu, komşuları ne kadar dal alırsa alsın onun gibi yetiştiremezlerdi. Sevgi… Çiçekler dışında bir şeye kalbini açabilen yoktu. Çocuğu, torunu, bir arkadaşı… Kimsesi yoktu. Bu yalnızlık, her gün biraz daha büyüyordu, kalbinde, ruhunda, her yerde. Çocuk istememişti, kendisi kocasına zor dayanıyordu, birde çocuk getirip ona da eziyet etmeye niyeti yoktu. Ailesi ile ise görüşmeyi kesmişti onu eve geri almadıkları gece. Kırılıp rüzgardan uçup giden paramparça bir hayat. Hepsine rağmen gururluydu kendisiyle, hala sevgi doluydu büyümesine izin verilmeyen kalbi. Zor hayatlar zor insanlar yaratırlar. Hayatını zor görmemişti o, çevresindeki herkesin yaşamıyla aynıydı. Düşündü, sahi, ne yapardı ki hayatıyla yeniden başlasa? Öğretmen olmak isterdim diye düşündü başta, belki yarım kalan bitiremediği eğitiminden, belki hiç kafasını okşayamadığı çocuklarından. Belki başka bir zaman diye düşündü. Kocasının bıraktığı paranın yarısını yetimhaneye bağışlamıştı, şimdi kendi huzurevine yetecek parası yoktu. Mutluydu ya kendi kendine, hem gitse çiçeklerine bakacak kimsede yoktu. Okumayı severdi. Yazar olmak isterdim diye düşündü, kendi imkanlarıyla kendini yetiştiren kızlara bir örnek. Oyuncu da olabilirdim diye düşündü, hayatım boyunca zaten başkası ne derse onu yaptım. Oyun! Kocana saygı göster, yemek hazırla, olmasa bile yine de yap. Ama hep aynı şey, hep soğuk. Bir türlü bitmeyen bir döngü. Kafe işletmekte isterdi aslında, her gün gelen müdavimlerine bugünü nasıl diye sormak, dinlemek ve hissetmek, kafenin önünde kendi çiçeklerini de yetiştirebilirdi hem. Düşüncelerinden sıyrıldı, olmamıştı bunlar, Songül’üm ben, ve varlığım balkonumdaki son çiçeğin ölümüyle solacak. Yaşanmamış Hayatlar Cumhuriyeti’ne hoşgeldiniz.